Başlıktaki maddelerin hepsi ayrı ayrı, uzun uzun değerlendirilecek konular. Ama o kadar yoğun bir futbol gündemi var ki, her an her şey değişkenlik gösterebiliyor, eskiyebiliyor.O yüzden de bu üç konu gündemdeki sıcaklığını korumaktayken kısa da olsa değerlendirilecek, nacizane düşünceler paylaşılacak bu yazıda.
Almanya’ya Göçün 50. Yılı ve Mesut Özil
Bu günlerde ülke siyasi gündemi birçok konu ile meşgulken, belki onlar kadar önemli olmayan ama bir dönemimize ayna tutan bir realiteyi de aynı anda yaşıyoruz.1961 yılında Almanya’ya göç etmek için hareket eden ilk trenin kalkışından bu yana tam 50 sene geçmiş. Yani o günden bu yana üç nesil orada Türk olarak türlü zorluklara katlanmış, çeşitli badireler atlatmış. Ama bu gün her şey çok farklı ilk gidişten. O gün orada sadece iş gücü olarak düşünülen Türkler, bugün yaşadıkları ülkenin olmazsa olmazları. Bunun da en güzel örneği futbolun içinden; Mesut Özil. Üçüncü nesil Türkler (Mesut Özil ve yaş grubunun jenerasyonu), bir ve ikinci nesilden farklı olarak hem orda doğmuş hem de yaşadıkları ülkenin diline hakim, kısacası Almanlar için vazgeçilmez göçmenler.
En başından beri başarılarına sevinip, saygı duyduğum Mesut Özil’in neden Alman ulusal formasını tercih ettiği de bu açıdan değerlendirilmeli. Doğduğu, diline hakim olduğu bir ülkede çok önemli yerlere gelirken Türk olduğunu onlara göstermesi, hissettirmesi bundan sonra orada yaşayacak gurbetçilerimize de yeni kapılar açacak. Mesut sayesinde artık onlar bize ne kadar önemli olduğumuzu gösterecek biz onlara değil. O yüzden 50 senelik macera tam anlamıyla başarıya ulaşmışken, insanımız onlar için vazgeçilmez olmuşken Mesut’un neden onların formasını seçtiği sadece futbol açısından değerlendirilmemeli.
Fatih Hoca’ya Üç Soru
Gelişi ile yeni bir döneme girdiğimiz kesin. Hatta onun olduğu yerde zirveye oynamamak sürpriz. İkinci gelişinde ilk gelişini aramış, ciddi hayal kırıklığına uğramıştık. Ama ne olursa olsun bu gelişi hepimizi tekrardan takımımıza döndürdü. Kaybettiğimiz heyecanımızı tekrardan yerine getirdi. Ama hala bir şeyler eksik hocada. Bildiğimiz Terim mantalitesi ile şuan ki takımın durumu arasında epeyce fark var hatta. Ne olursa olsun Terim’e güvenimiz tam ama fırsatım olsa şu üç soruyu ona sormak isterdim. Çünkü bu üç soru yeni dönemde hocanın ne düşündüğünü, neleri yapıp, neleri yapamayacağını ortaya koyabilir.
1-96-2000 yılları arasındaki takım ülkenin en iyi hücum futbolunu oynamış, hatta oynatılan futbol Avrupa takımlarına ders verir nitelikte olmuştu. O günün 4-4-2’sini ülke futboluna kazandıran Terim neden bugün tek forvetli sistemle kendi sistemine ihanet eder durumdadır?
2-Sene başında yoğun bir fikstürün takımı beklediği, yabancı kontenjanında sınırsız olduğu aşikar iken neden Culio, Stancu, Pino gibi yabancılarla yollar ayrıldı? Müzmin sakat Baros’un sakatlık problemine gireceği dönemlerde bu oyuncuların hücum gücüne fazlasıyla katkı vereceği neden düşünülmedi?
3-Yine 96-2000 yılları arasındaki periyottaki tabloya bakıldığında o günkü Fenerbahçe, TFF ve hakemlerin Galatasaray lehine verdiği kararlar ile bugün arasında önemli farklar var. Hoca bu tespitin farkında mı veya bu tespit hoca için ne kadar geçerli?
Play-Off Maçları ve Milli Takım
Milli takım ile ilgili söylenecek çok da fazla şey yok aslında. Maçtan kısa bir süre önce ülkeye teşrif edecek Hiddink zaten bir önceki yazının konusuydu. Sistemsizlik de bundan önce bu satırlarda yazıldı, çizildi. Ama artık her şeyin bittiği yerdeyiz. 17 Kasım’da açıklanacak iddianame büyük olasılıkla ülke futbolunu çok gerilere götürecek. Küme düşmeler ile çalkanacak ülke futbolunun tek kurtuluşu yaz aylarında yaşayacağımız şampiyona çoşkusu ve oralarda alınabilecek başarılar olur. İtalya şike olaylarından sonra nasıl Dünya Şampiyonu olmuş, futbolunu ayakta tutabilmişse, bizim de milli futbolcularımızın bu misyonun farkında olması lazım. O yüzden ciddi bir karakter sınavı öncesindeyiz hem de rakip gerçek bir intikam peşinde. Arda, bu maçları hayatının en önemli maçları olarak nitelemiş, diğerleri de aynen bu düşüncede olmalı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder