2-0'dan 3-2'ye dönüş şampiyonluk sezonlarının olmazsa olmazıdır, eyvallah. Şu maç bu aralar yaşadığımız havalar gibi yalancı bahar. Maçı izlemeyip "Son sözü biz söyleriz" veya "biz bitti demeden bitmez" triplerine girip de gaza gelmesin kimse. Dün Burak Yılmaz Hamza'yı ipten aldı. Ancak Hamza Hoca'nın rakibe göre hazırlanıp ona uygun kadro çıkarma ve akan oyun esnasında oyunu okumadaki yetersizliği konusunda artık hepimiz hemfikiriz sanırım. Bu maç bir mucize gerçekleşti ve baskı bile kurmadan 3 gol attık, saçma sapan bir maçtı, kimse aldanmasın. Rakip Bursa falan olsa skandal bir mağlubiyet gelebilirdi.
Karşındaki Kasımpaşa, geniş alan verirsen seni zorlar. Savunmalarını zaten biliyoruz, arkada her türlü açık veren bir takım. Önde alan daraltıp hızlı çıkacaksın. Peki Umut Bulut'la mı? Burak Yılmaz'ın sahada olması diğer oyunculara da güven veriyor. Ayağı kırılmadıkça oynaması lazım. Bunun dışında hala rakibe göre kadro planı ve gidişata göre değişiklik yapabilme gibi yetileri hala kazanamadı Hamza.
Peki Hamza neler yaptı?
1- Geniş alanda oynamaya çalıştı, bu yüzden hem pozisyon buldu hem pozisyonlar verdi. Sonuç biz atamadık onlar attı, daha da atabilirlerdi.
2- Geniş alan oynamak için kadro istikrarı, form tutmuş oyuncular lazım. Takımda çoğu oyuncu ya sakatlıktan çıkmış ya sürekli oynayamamış yani sezonluk maç kondisyonu ve formu yok. Mesela Sabri, 65'lerde 5 metre önünden yürüyerek giden adamı kovalayamıyordu.
3- Sezon başından beri Olcan'ı en kötü oynadığı yer olan sağ açıkta; Telles'i verim alamadığı sol bekte; ne olursa olsun sakatlıktan yeni çıkmış Balta'yı bir şekilde maç kondisyonu yakalamış Koray'a tercih ederek stoperde oynatması Hamza'nın hatalardan ders almadığını gösteriyor.
Şampiyonluğa gidiyorsan kimden nerede verim alıyorsan orada oynatacaksın, takımı deneme tahtasına çevirirsen bu galibiyetlerin tesadüften öteye geçemez.
NOT: Şampiyon olacaksak Hamza'yla olacağız elbet. Lakin şu gidişatta ve bu tercihleriyle Hamza Hoca'ya gönülden güveniyorum diyen bir Galatasaraylı varsa hayal dünyası gerçekten çok büyüktür.
Bu satırları bilen bilir. Özellikle 2011-2012 sezonunda elimizden gelse günde iki yazı yazacak haldeydik. Çünkü özlediğimiz Galatasaray ruhu sahada idi. Masöründen tepedeki adamına kadar kim hakkında bi laf etsek gözlerimizin içi gülüyordu. Kaybederken bile bir diğer maç geldiğinde bambaşka bir savaşçılık ruhu ortaya çıkacak, rakipleri madara edecek bu takım diyorduk. Ardına 2012-2013 sezonu transfer dönemi geldi ve kendi ruhumuza hançeri yavaş yavaş saplamaya başladık. Ona rağmen 2012-2013 sezonu sarı kırmızı için zirve demekti; ama galiba bir şeyleri kaybetmeye başlıyorduk. Ve 2013-2014 sezonu öncesi yaşanan seçim atmosferi ardına yaşanan Terim'le yolların ayrılması haliyle de kan kaybının tüm vücuda yayılması falan filan.
Şimdi yeni yetme taraftar modeli diyecek ki 'iyi gün, kötü gün farkeder mi Galatasaraylılık için..?''
Sonuna kadar eder hem de. Bu takım 14 sene de şampiyon olmadı, varsın senelerce de olmasın. Ama Allah'ın tek bir kulu dahi Galatasaray ruhuna zarar vermesin. Kimse Galatasaray'ı basamak veya zenginliğine zenginlik katmak için araç olarak görmesin. Lafı uzatmadan söylüyorum. Galatasaray Kulübü 2011'e kadar kulüp üyeliği görmemiş Ünal Aysal'ın iş yeri değil. Galatasaray Kulübü egosuna yenik düşme uğruna, siyasi bağlantılarını kaybetme uğruna raconunu kaybetmeyi göze alamayan Fatih Terim'in de değil. Hele 3 sene önceye kadar görmedikleri paraları Galatasaray sayesinde kazanan, kaptanlık pazubandını taktığı formayı yere atan Selçuk gibilerin, Burakların, Emre Çolakların hiç değil.
Cidden merak ediyorum. Galatasaray formasını bu kadar hafifletecek çapınızın olduğunu mu düşünüyorsunuz? Üç sene önce geldiğiniz kulübe milyon dolarları kazandığınız ortamda ruhunuzu vermedikçe taraftar hep susacak mı sanıyorsunuz? Basit değil bu işler beyler cidden basit değil bu kadar.
Genel portreden dünkü maça gelelim. Hayatta en son yapacağım şey, şikeci başkanını, nasıl dünyaya geldiğini bilmediğim kalecisini, ana avrat düz gittiği takımına ortada kaldıktan sonra gelip en büyük Fenerli olan çubuklu tosunu savunan Fenerli'yi tebrik etmektir. Galatasaraylı olup da bu tip adamları destekleyenleri tebrik edeni de Galatasaraylı görmem. O yüzden dünkü maç için söyleyeceğim tek şey sonuna kadar helal olsun sana Muslera demek sadece.
Ama dünkü maç beğen beğenme, sattı gitti de kovuldu çaresizdi de Fatih Terim'in 3. dönüşünde bize kazandırmış olduğu psikolojik üstünlüğü kaybettirdi. Sahipsiz ve kimliksiz kalecileri penaltılar boyunca yapmadığını bırakmadı ama başta sözüm ona kaptan olmak üzere herkes bu düzene yenik düştü. Bu kadar mı basit oyuna gelmeniz, bu kadar mı kolay bu sahipsize yenik düşmeniz? Yazıklar olsun hepinize. Derbi rakibi bozma oyunudur, çıldırtma oyunudur. Bu kadar mı aptalsınız siz?
Velhasıl-ı kelam futbolcu, yönetici etten kemiktense taraftar da öyledir. Nasıl ki Burak kendine küfreden ile kavga edebilyorsa; Burak- Selçuk da adam gibi top oynamaz, Ünal Aysal kulübü dibe doğru sürüklemeye devam ederse, olabilecek her şey mübahtır. Aslolan Galatasaray, gerisi teferruattır. Bunu da kimse unutmasın...
Gençlerbirliği maçına çıkan 11’inin 10 futbolcusu dünyanın
çeşitli ülkelerinde hafta içi maç yaparak gelmişti Galatasaray’ın. Yani
rakibinin futbolcularının hafta boyunca sadece bu maça odaklanarak geldiği bir
atmosferde Galatasaray futbolcuları ivme kaybedilen bir periyotta takımca
mental olarak toparlanma fırsatı bulamamıştı. Kaldı ki Hamit- Burak- Amrabat
gibi rüşdünü ispat edememiş futbolcuların psikolojisi de mevcut futbollarının
ortaya çıkamamasına, dolayısı ile de takımın geçen sezona oranla bir gömlek
zayıf bir takım görüntüsü vermesine yol açmıştı, Gençlerbirliği maçı öncesi.
Böyle bir maç önü atmosferi sonrası Galatasaray kötü gidişe
dur diyemedi ve 2 puan kaybıyla Ankara’dan dönmek zorunda kaldı. Lig yarışının
uzun olması ve asıl arenanın Avrupa arenası olmasından dolayı maç ile ilgili
çok fazla yorumda bulunmaya gerek yok ancak takım ile ilgili bazı noktalara
değinmek de yarar var.
Takım şu ana kadar istenen seviyede değilse bunda kilit
noktalar var elbette ki. Sıra sıra değinip, genel resmi görmek en mantıklısı
olur bence. En önemli sorun bana kalırsa Ujfalusi’siz Galatasaray’ın hem
savunma hem de ofansta dağınık bir görüntü sergilemesi. Defansif anlamda geçen
sene UjfalusiSemih’i ne kadar ilk
toplara gönderiyor diye yorumlar yapılmıştı; ancak bu hamlelerinde Ujfalusi’nin
taktik zekası ve Semih’in eksiklerini bu yolla kapatmasının doğruluğu ortaya
çıktı. Mevcut durumda Semih- Cris- Dany ikililerinden hiçbiri birbirlerini
tamamlayamadı ve Ujfalusi gibi geriden top çıkartıp; orta alan ikilisini
rahatlatamadı. Bir diğer sorun da Elmander’in güçlü görünmeyen fiziği ve
dolayası ile de 4-5-1’e dönüşen 4-4-2’i sistemini görememiz. Gençlerbirliği
maçı Elmander’in dönüş sinyalini verdi ki bu Galatasaray’ın geri dönüşü için
çok önemli olacak bence. Son olarak da Selçuk ve milli takım krizi…Geçen senenin açık ara en iyi Türk oyuncusu
ne hikmetse ‘taktiğe uymayan futbolcu’ damgası yedi ve bugüne kadar olayların
içine çekilmeyip sadece işini yapan Selçuk bu durumdan bir hayli etkilendi.
Mart ayına kadar Milli kabus da bittiğine göre geçen seneki Selçuk tekrardan
dönecektir. Bana kalırsa Melo’nun geç katılımı, bireysel performans düşüklükleri,
Burak- Amrabat’ın tipik 4-4-2 oyuncusu olmayışları da şu an yaşanan düşüşün
sebepleri ancak asıl problemler uzun olarak değindiğim üç maddenin içerisinde
gizli.
Ama geçen sene de geç form yakalamış bir Galatasaray takımı
vardı ve üst üste kazanılan maçlar ile takım almış başını gitmişti. Geçen sene
Galatasaray’ı başka yapan maç kesinlikle Arena’da kazanılan 3-1’lik Fenerbahçe
maçıydı. O maçtan sonra takım bambaşka bir takım haline dönüşmüştü. İşte Cluj
maçı da bu sezon tekrardan takım olacağımız maç olmalı. Mevcut resimde 0 puan
ve grup sonunculuğu var ancak bu takım içerde, dışarıda Cluj galibiyetleri ile
rahatlıkla 10 puanı görebilir bu grupta. Eğer bildiğimiz maç önü Fatih Terim
performansı şu anlarda takımın üzerine sinmişse bu ana kadar yaşanan puan
kayıplarının hiçbir önemi yok benim için. Yarın yeter ki futbolcular motive
olarak çıksınlar bu maça ve erken bir gol bulup oynadıkça zevk veren hücum
futbolu ile Cluj’u Arena’nın çimlerine
gömsünler.
Gün geldi çattı. Saat 21.45'te ait olduğumuz yerde, ait olduğumuz platformda, kendi mabedimizde Avrupa'da Galatasaray'ı gösterme zamanı tekrardan.
Her maçın canı ayrıdır; ancak Galatasaray gibi oynamak, o ruhu yansıtmak her maç için temel amacımız olmalı bizim. Hamit'in olmaması, Elmander'in belirsizliği asla takımı etkilememeli bugün. Temel felsefe oyunun her anında pres olmalı, rakibi bir zamanlar diğer Avrupalı takımları nasıl bunaltmış isek bugünde aynen o şekilde bunaltmalı, bezdirmeliyiz oyun hakimiyetimizle. Elbette ki Terim bu maçı kafasında çeşitli defalar oynamış, yaşamıştır ama özellikle ilk 20 dakikada üstünlüğü yakalayan bir Galatasaray, Braga'yı rahatlıkla evine puansız gönderecektir. Bence Manchester maçı birçok görüşün aksine bizim için Avrupalı Galatasaray'ın dönüşü için olumlu sinyaller vermedi. Ama bugün kesinlikle sahada daha farklı bir Galatasaray olacaktır, olmalıdır da.
Kilit oyuncular Muslera, Selçuk ve Burak olacaktır bu maçta. Bu sezon resmi maçlardaki tek gösterişli performansını Manchester maçında sergileyen Muslera bu maçta da takımın en kilit oyuncusu olacaktır. Oyunun iki yönünde takımı yönlendirecek Selçuk, duran toplarda da takımın golle buluşmasında en önemli rolde olacak. Ve tabi ki Burak... Hala tartışılan bir pozisyonda olan Burak bugün gol yollarında kendi gibi oynarsa, rahatlıkla gol veya goller bulacaktır.
Benim bu maça inancım tam. Stadyuma gelen her taraftar, oyunu tıpkı futbolcular gibi yaşar, sonuna kadar destek verirse; eminim ki yeni bir zafer gecesi yaşarız bugün. Grubun en önemli maçına çıkacağımız bugünde her oyuncu kendi rolünü, kendi kariyerinin en özel günlerinden birine çıkacakmış gibi yaşamalı ve galibiyeti takım halinde yakalamalıyız. Tekrardan diyorum; ''Galatasaray gibi oynayın yeter'' bu akşam...
Takımın dün akşamki galibiyeti ve oyunu gerçekten takdire şayandı. Maç sonu Fatih Hoca, "Selçuk her gün frikik çalışıyor" dedi. Selçuk'un frikik kullanımında her gün üstüne koymasının sebebi de budur şüphesiz. Frikikleri de penaltı gibi kullanana kadar çalışmaya devam et Selçuk! Selçuk artık takımı öyle yönetiyor ki topsuz alanlarda dikkat edince sürekli eliyle topun gitmesi gereken yeri işaret ediyor. Tam anlamıyla bir maestro haline geldi artık. Dünyada şu an gol atan, asist yapan, şut atan, frikik kullanan, pas hatası yapmayan ve Selçuk kadar genç olan başka bir orta saha yok. Dün de gördük ki Selçuk oyundan çıkınca orta sahamız panayır yerine dönüyor. Bu sene şampiyonluk gelir, buna inancım tam. Ancak seneye karşılaşacağımız yoğun fikstürde Selçuk ve Melo ikilisi bu sezon olduğu gibi her maç oynayamaz. Orta sahaya sağlam takviyeler şart.
Eboue dün belki de en iyi maçını oynadı. Eboue hücuma biraz destek verdiğinde neler yapabildiğini görüyoruz. Geçen haftaki fener maçında neden hücuma hiç çıkmadı onu hala anlamış değilim, kendisi bana açıklayana kadar da anlayacağımı sanmam. Her şey bir yana şu çok net ki çok iyi bir (veya iki) kanat oyuncusuna ihtiyacımız var. Hakan Balta ve özellikle Eboue'den hücumda da faydalanmak istiyorsak önlerinde bek bilgisine de sahip kanat oyuncuları olması şart.
Baros'la ilgili de iki kelam edeyim. Dünkü maçta oyuna girene kadar Baros'un ilk 11 başlaması taraftarıydım açıkçası. Kendisini severim, sezon sonu gideceğini biliyordum ama kalsın isterdim. Lakin dünkü maçta Milan Baros defteri benim için de kapanmıştır. Bunun sebebi performansı falan değil, sahadaki duruşu. Baros kendi kendini bitirmiş kafasında. Bize sadece en başarısız zamanımızda tek başarımız olan gol krallığını yaşattığı için teşekkür etmek düşer.
Son olarak Trabzonspor'a satılmış yaftası yapıştıran fener taraftarının şimdiden tutuştuğunu gördük. Geçen hafta galibiyetten sonra "her şey bizim elimizde" diyorlardı. Tüm GS taraftarları Kadıköy'e şampiyon çıkalım istiyor ama ben Kadıköy'de şampiyon olmak istiyorum. Kadıköy'e şampiyon sıfatıyla çıkıp da mağlup olmayı kabullenemem.
NOT:Elmander'i elbette unutmadım. Eboue'nin ilerde kaldığı pozisyonda sağ bek mevkisinden top karşılayıp uzaklaştıran bir adam... Eğer dün üçüncü golde sağ bekimiz kaleciyle karşı karşıya kalıyor, kaleye giden topa orta sahamız koşuyorsa bunun adı Elmander faktörüdür.
Dünkü maçta takımdan bahsetmeden önce, maçın önüne çıkan iki adamdan bahsetmek lazım. Herkesin aklında kalan iki isim Cüneyt Çakır ve Mehmet Batdal. Cüneyt Çakır belli ki kendisine
maç öncesi verilen görevi layıkıyla yerine getirmiştir. Fenerbahçe'yi playoff (nam-ı diğer süper final) öncesi potada tutma çalışmalarına başlandı. Aslında çarklar fenerin Bursa maçında dönmeye başladı. Bursa'nın verilmeyen golünden sonra dün de TT Arena'da Cüneyt Çakır, maçın başında oyuncularımızı kartlarla sindirerek aynı zamanda da oyunu gerdi. Benzer pozisyonlarda Trabzonlulara sadece uyarıda bulundu. Bunun yanında haftaya fenerle oynayacak olan Trabzon'un kart sınırındaki önemli oyuncularına da kartını gösterdi. 2009-2010 sezonunda Ali Sami Yen'deki Bursa maçında Bünyamin Gezer de maçı beraberliğe bağlayıp kaçmıştı zaten. Bu ülkede futbola etki eden adamların hepsi (medya, yetkililer vs.) fenere çalışıyor nedense...
Herneyse, maçın diğer adamına geçelim. Mehmet Batdal belki de ilk 18'de yer bularak kariyerinin fırsatını yakaladı. Oyuna girdikten sonra -kafa topları hariç- çok da kötü oynamadı bence. Lakin 90+4'te kaçan golün izahı yok arkadaş! O golü atsaydın belki de gelecek sezon en azından hazırlık kampında kalma şansın olacaktı. Yıllar önce deplasmandaki Athletic Bilbao maçında yine benzer bir gol kaçıran Burak Akdiş, o pozisyondan sonra bir daha iflah olmadığını hatırlatmak lazım. Yine de ben, o pozisyonda ne Sercan Yıldırım ne Necati ne de Baros golü yapabilirdi. Takımda o pozisyonu gole çevirecek adam sayısı 3-4 tane. Bunlar Elmander, Melo, Selçuk ve Hakan Balta. Sırf bu nedenle Batdal'a yüklenmek yanlış. Batdal'a yüklenmemin sebebi, ayağına kadar gelen hayatının fırsatını tepmesi, Galatasaray formasını giydiğini unutması. Her şeye rağmen, ben İmparator'un Mehmet Batdal'a yine şans vereceğine inanıyorum. Verir vermez orası ayrı ama Fatih Terim bu tarz durumlarda futbolcu harcamaz gibime geliyor. Dün Mehmet Batdal'ın, geçen hafta Saraçoğlu'nda Baros'un kaçırdıklarını playoff'larda çok aramayız umarım.
Son olarak maçtan da bahsedelim. İlk yarı takımdaki halsizlik halini anlarım, bu tempoda normal. Lakin gereksiz bir rahatlık, anlamsız bir boşvermişlik var, onu anlamam kardeşim! Fener maçından sonraki kutlamaları yapan/organize eden/başlatan her kimse ona büyük kinim var. Çakalların sofrasında o kupayı eline almadan sevinmeyeceksin, o kutlamadan sonra her şey aleyhimize dönmeye başladı. Sivas'a elendik, Elmander sakatlandı, Trabzon'a puan kaybettik. O kutlamanın lanetini üstümüzden atmamız lazım. Yediğimiz golde Ujfalusi hakeme gidiyor, yerini boşluyor ve gol geliyor. O pozisyonda faul veren hakeme sövmemiz lazım önce tabi. Ama Ujfalusi'nin yaşı belli, bu adam kaç haftadır 11 oynuyor, bu tempoda onu biraz dinlendirmek lazım. Keza Selçuk da 3 maçtır 65'ten sonra yürüyemez hale geliyor. En azından Sivas maçında Selçuk yerine Ayhan; Ujfa yerine Gökhan Zan oynasaydı. Yine elenirdik belki ama Ujfalusi ve Selçuk'tan dünkü maçta daha fazla verim alabilirdik.
Necati ve Baros'a diyecek söz bulamıyorum aslında. Necati'nin çabukluğu zaten yok, yanında Elmander varken daha etkili. Baros'ta ise anlamsız bir formsuzluk var, maç başlarken santrada bile boynu bükük duruyor adam. Kendine güvensiz, dün vuracağı toplarda pas vermeye çalışması bile bunu gösteriyor.
Neyse, sözü çok uzattım, aslında bu kadar yazmazdım ama aktı birden. Son olarak Fatih Terim'in sözleriyle yazıyı bitirelim;
"Galatasaray kendi göbeğini kendisi kesebilecek güçtedir."
Dün gece 2007 yılından beri futbol oynamayan, biz taraftarları her maçta muhakkak fıtık eden Galatasaray'ın yerine, o eski kaybetmemeye çalışan hüviyetinden kurtulmuş, istekli, hırslı, savaşan, birbirinin peşinden kavgaya koşabilecek muhteşem bir takım izledik. Bu takım yıllar sonra "eze eze" bileğinin hakkıyla bir galibiyet yaşattı bizlere. Açık ve net, taraftar olarak her şeyden önce Fenerbahçe derbisine hasrettik. Bu sene açık ara şampiyon bile olsak Feneri yenemeseydik içime batardı her türlü. Bu maçla bu konuda üzerimizdeki ölü toprağını da atmış olduk. Artık takımda uzun yıllardır olan oyuncular buna inandılar. Yabancılar da derbi ehemmiyetini kavramışlar besbelli. Takım içerisindeki beraberlik ve takım olma ruhunu her an sahada gördük. Bunun arkasında elbette Fatih Terim ve arkasında duran, ona yapacağı her hamlede limitsiz güven veren Ünal Aysal ve yönetim var. Sezon öncesinde takımın başında hoca ve başkan yokken, önce Ünal Başkan'ın ardından da İmparator'un gelişi bir şeyleri değiştirmeliydi zaten. Fatih Terim geldiğinde endişem vardı açıkçası. Sonuçta eldeki takımı toparlamak kolay değildi ve armanın peşinden giden bizler 4 yıldır eziyet çekiyorduk. Galatasaray camiası olarak kültürümüze, anlayışımıza ve tarzımıza tamamen ters Rijkaard sistemi denemeleri; M.Sarp, Barış, Servet gibi, takımın başına kim gelirse gelsin adam olmayacak oyuncuların takımda bulunmasının yanı sıra Fatih Hoca'nın eski İmparator olmadığına inancımızdan dolayı, 3.Terim dönemi konusunda şüphelerimiz olması gayet doğaldı. Ancak Terim, arkasında duran, inisiyatifin tamamen kendinde olduğu bir takım yaratmasına izin verildiğinde neler yapabileceğini yıllar önce göstermişti zaten bize. Bu sezon da, henüz lig ortası bile gelmemişken takımın bu denli savaşçı ve birliktelik içerisinde olması tamamen Terim'in eseridir. Teşekkürler İmparator!
Dünkü derbiye gelecek olursak, ilk 11'leri gördüğümde Emre Çolak'tan şüphelerim vardı açıkçası. Ancak geçen hafta Gençlerbirliği maçında Emre Çolak'ın oyuna girmesi bir mesaj olmalıydı bize. İmparator onu aslında bu maç için hazırlamıştı. Motivasyon konusunda dünya klasında birkaç hocadan biri olduğunu tartışamayacağımız Terim, bu maçla Emre Çolak'ı Galatasaray'a tekrar kazandırdı. Tekrar kazandırdı diyorum çünkü Emre Çolak bu sene de tutmasaydı, takımda kalması zordu. Emre'yi ancak Terim gibi bir insan bu maça hazırlayabilirdi zaten. Ve iddia ediyorum, Arda olsaydı dün, Emre kadar etkili olamazdı. Terim'in Semih'ten sonra Emre'yi de takıma kazandırması eski Terim yolundaki sağlam adımlardan en önemlisi bence. İlerleyen zamanlarda başka gençler de göreceğimizden hiç şüphem yok.
Sahaya çıkan 11 ofansifti, Aykut Kocaman ise her zamanki Fener taktiğiyle "bekle, vur, kaç" dizilişiyle sahadaydı. Bu blogda yazdığımız ilk günden beri; "4-4-2 Galatasaray'ın kültürüdür, evimizdeki maçta rakip kim olursa olsun ofansif oynamak asaletimizdir" diye bas bas bağırdık resmen. Dün İmparator bunu da yaptı. Asaletimizi sahaya yansıttı. Sol tarafta Emre'nin olması Riera'ya göre daha çabuk savunmaya dönebilecek olmasıydı ki bu sayede rakibin hücumda çoğalmasını önledi. Dünkü takımda sahanın en kötüsü denebilecek birisi yoktu aslında. Nispeten daha etkisiz olan isimler vardı. Hakan Balta oyunun içinde fazla olmamasına rağmen isabetli pasları ve kademeleriyle görevini yerlice yaptı. Onun dışında Kazım'ın Fenerbahçe'ye olan intikam/ispat çabasını hırsa dönüştürmek bizim için faydalı oluyor ama bu durum Kazım'ı bencilleştiriyor. Birkaç pozisyonda müsait arkadaşlarını görmemesinin başka açıklaması olamaz. Maçın başında vurduğu kafa gol olsa, belki de ikinci yarıda maçı farka götürecek pası Baros'a verirdi.
Eboue için ekstra bir parantez açmak elzem oldu artık. Dün akşam tipik Arsenal gollerinden birini atarak artık resmen Galatasaraylı oldu Eboue. Beşiktaş taraftarının yaptıklarından sonra gaza gelmişçesine oynayan ve 2 haftadır rakiplerin kilidini çözen adam olan Eboue. En verimli olduğu yerin sağ bek olduğunu kanıtladı. .Sabri'nin dönmesiyle birlikte o bölgede -Kazım oynadığı sürece- bir rekabet yaşayacaklar ama Fatih Hoca'nın en iyi yaptığı şey de bu değil mi zaten? Herkesi her zaman hazır tutması. Hatta futbolculara maç başı anlaşma yaptırıp, eşit gelir dağılımı için bile formayı eşit dağıtması. Eboue'nin de Sabri'nin gelişiyle birlikte farklı bölgelerde daha verimli olup olmayacağını hep beraber göreceğiz.
Orta sahada ise Melo maçın adamıydı resmen. Ayakta kaldı hücuma katıldı, sert, sağlam ve müthiş isabetli bir oyun oynadı. Normalde taraftar olarak bizler Selçuk'tan hücum anlamında daha çok şey beklesek de, Melo-Selçuk ikilisinden Melo hücuma daha yakın olan adam. Selçuk Melo'ya göre koşmuyor gibi görünse de pozisyon alma konusunda daha iyi, bu yeteneğiyle çok koşmadan da verimli olabiliyor. Savunmadayken Selçuk Melo'ya nazaran daha önde oluyor, Melo zaman zaman stoperlerin arasına kadar girebiliyor. Hücumdayken ise Selçuk biraz daha geride kalırken, Melo ileriye daha çok çıkıyor. Melo'nun bu özelliğiyle Box-to-Box görevini yerine getirmede oldukça başarılı oldu şu ana kadar. Selçuk'un dün etkisiz görünmesi kötü olduğundan değildi, pozisyonların hazırlayıcı paslarını hazırlayan da Selçuk'tu, bu yüzden geri planda gibi gözükmesi doğal. Şunu unutmamak gerekir ki Selçuk, iyi oynadığımız maçlarda etkisiz görünebilir.
Forvet konusuna gelince, yazının başında da dediğim gibi, yıllardır çift forvet özlemindeyiz biz taraftar olarak. Bu çift forvet Baros-Elmander olunca ve bu ikili birbirlerini daha iyi tanımaya başlayınca, ne kadar tehlikeli olduklarını görmeye başladık. Elmander geldiğinden beri en iyi maçını oynadı, müthiş fiziği ve ikili mücadelelerde ayakta kalması, sert şut atabilmesi, ayağına hakim olması ve adam eksiltmesi arayıp da bulunmayacak cinsten özellikler. Dün 1 gol 1 asist yaparak bence maçın adamı oldu. Ayrıca Baros'la olan uyumu da gün geçtikte artıyor. Baros'un kaçırdığı boş pozisyon net bir çift forvet organizasyonuydu. Üstelik dünkü performansları, bu adamların birbirleriyle tam uyumlu oynayan halleri değildi. İki forvetin birbiriyle tam uyumu yaklaşık 1 yıl birlikte sürekli oynamalarını gerektirir. Zaman geçtikçe ve eğer İmparator bu sistemde devam ederse, bu ikiliden çok pozisyon çok gol izleriz.
Son olarak bu muhteşem galibiyet için İmparator'u, futbolcuları ve müthiş destek veren şanlı taraftarımızı tebrik ediyorum. Pazar günü Trabzon maçı var ve bu maçtan daha tehlikeli olacak. İmparator'un karşısında bu sefer korkak bir Aykut Kocaman olmayacak. Trabzon'un moralsiz olması bizim için dezavantaj, dün eğer ŞL'de üst tura çıksalardı bizim için daha kolay olurdu bence. Bu yüzden pazar günü kadroda bazı değişiklikler yapmak lazım. Bunu da ekstra bir yazıyla detaylıca anlatırız. Malum fazla uzatmamak lazım, okuyan da sıkılmasın.
-Takımın oyununda geçtiğimiz haftaya göre gözle görülür bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. İBB maçında yerden yere vurduğumuz G.Zan yediğimiz goldeki hatasına kadar bence oldukça iyi oynuyordu ama bize bir kez daha gösterdi ki Gökhan Zan böyle. Ona ne performans ne de istikrar açısından güvenebiliriz. Ayran budur yarısı sudur.
-Yine İBB maçında takımda hiçleri oynayan Kazım, bu maçta da sahanın en kötüsüydü. Fatih Terim'in onu oyundan çıkarmasını beklemiyordum açıkçası. O da beni şaşırttı. Kazım'ın oyundan çıkması ve 4-4-2'ye dönüş takımı kendine getirdi. Umarım Terim bu tek forvet yanlışından döner, takım da rahat bir nefes alır.
-Elmander ve Sercan'ın oyuna girmesi ve sonunda özlediğimiz, Galatasaray'ımızın asıl karakteri olan 4-4-2 formasyonuna dönülmesiyle kapanan Samsun savunmasını açmaya başladık. Bu blogda yazı yazmaya başladığımız günden itibaren bahsettiğimiz şey Galatasaray'ın -özellikle içerdeki maçlarda- her zaman 4-4-2 oynaması gerektiğiydi. Bugün maça tek forvet başlıyorsanız, Samsun gibi kapanan takımlara karşı o tek forvetinizi kurban ediyorsunuz demektir. İlk yarıda orta sahada top yapabildik ama topu ileri taşıyamayınca Baros'un yaptığı çapraz koşulardan açılan boşluklara sızan kimse olmadığı için Baros resmen kendini heder etti. Oradan oraya koşan, sürekli markaj altında stoperlerle boğuşan bir Baros'tan verim elde edemezsiniz. Keza Elmander'in de tek forvet oynayamayacağını düşünüyorum. Yabancı sınırlamasına takılmamak adına sırf bu tarz kapanan takımlara karşı çapraz-boş koşu yapabilen Sercan'ı 2.forvet olarak Baros veya Elmander'in yanında başlatmak en mantıklısı olur. Bu sayede forvetteki Sercan'a göre son vuruş açısından daha yetenekli diğer oyuncunuza daha çok boş alan ve daha az markaj şansı yaratılır.
-Orta sahaya baktığımızda bugünkü maçta müthiş mücadele eden, akıllıca toplar atan Melo bence maçın adamıydı. Selçuk ise biraz daha hızlı hareket etmeli. Özellikle bugünkü gibi skor avantajı olması durumunda son 10-15 dakika Ceyhun Gülselam ve Engin Baytar'ın orta sahada denenmesinden yanayım.
-İlk yarı kanatları çok etkili kullanamadık. Riera kalitesini ortaya koydu. İlk yarı daha vasat olsa da ikinci yarı çok iyi toparladı ve ilk maçı olmasına rağmen 90 dakika sahada yorulmadan kalarak hazır olduğunu gösterdi. Takıma uyum sağladıkça, Fatih Terim'in ona daha fazla sorumluluk vermesi gerekiyor. Ayrıca Riera'nın performansının Hakan Balta'nın hücuma katılmasında ne kadar etkili olduğunu da gördük. İki yıldır neredeyse bindirme yapmayan Hakan Balta bugün hemen her atakta hücuma destek verdi. Sol kanatta özlediğimiz hareketlerdi bunlar açıkçası.
-Bir de Mustafa Sarp'a parantez açmak lazım. O kadar zaman başarısızlığında en büyük payı oynadığın ama yine de ekmeğini yediğin ve üstelik taraftarı olduğunu söylediğin bu takımın büyük taraftarına "sus" işareti yaparsan, sen o sahadan ıslıkla ayrıldığına dua etmelisin. Madem golünü attın, git takım arkadaşlarına sarıl, adam gibi abartmadan kutla. Kuyruk acın nerden geliyor? Bu takımda olmayı çok hak edip de gönderildin mi? Ama hepimizi biliyoruz ki sen adam değilsin, itsin it!
-Son olarak, galibiyetle sonuçlanması gereken bir maçı, skor 1-1 olmasına rağmen lehimize çevirmiş olmamız bizim için iyiye işaretti. Oyuncuların birbirleriyle olan uyumu ve maç eksikliğinden mütevellit yüksek tempoda bir maç izleyemedik ama özellikle Riera'nın uyumu, Melo ve Selçuk'un kondisyon ve form tutmalarıyla takımın daha tempolu maçlar izleteceğini düşünüyorum. Umarım çarşamba günü Karabük deplasmanında bugünkü oyunun daha da üstüne koymuş bir şekilde maçı kazanırız.
Her açıdan bizleri hayal kırıklığına uğratmış bir sezon, yeni yönetimimiz ile gelen yepyeni umutlar, İmparator’un yuvaya tekrardan dönüşü, yaz aylarında başlayan şike soruşturması ve Fenerbahçe’nin durumu...
Aslında bunların tamamı yeni sezon öncesi nasıl bir Galatasaray olmalı veya olacak sorusunun farklı farklı cevapları…
Mevcut durumda lig yarışında Fenerbahçe olur mu olmaz mı sorusu halen belli değil.Fakat olmaması birçok şeyi değiştirecektir, şüphesiz. Ancak buna bakmadan yeni transferler, sezon öncesi yapılamayanlar, yeni sezonda yapılması gereken şeyler ile ilgili analizler olacak bu yazıda.
Öncelikle transferler…
Yeni sezon öncesi gelen oyunculara baktığımızda ilk göze batan durum yabancı kalitesinin bir çıta arttığı. Her ne kadar Arda’nın gidişi ve forvet seçeneğinin kısıtlılığı yüzünden sol açık ve golcü transferi muhakkak lazım olsa da; Selçuk, Melo, Ceyhun, Muslera, Eboue, Ujfalusi, Elmander, Engin bu sezonun yeni gelenleri ve kaliteleri ile takıma çok katkılar sağlayacaklarından kimsenin şüphesi yok.
Selçuk-Melo ikilisi dağılmış Galatasaray orta sahasının hem ofansif hem savunma anlamında çıtasını yükseltecektir. Muslera böyle oynamaya devam ederse Avrupa’nın sayılı kalecilerinden olur. Eboue kimilerine göre fazlalık olarak düşünülebilinir; ancak bana kalırsa Selçuk ile birlikte en önemli iki transferimizden biri ve inanılmaz katkılar verecek. Elmander devamlı 11 oynatılırsa bir zamanlar İliç’den aldığımız o gizli katkının da fazlasını verecektir. RUF’un zayıf halkası olarak görülen Ujfalusi hazırlık maçlarının en dikkat çeken ismiydi ve sağ bek-stoper katkısı çok önemli olacak. Engin ve Ceyhun ise derin kadronun önemli isimleri olacaklar. Özellikle aklı futbolda olan Engin birçok maçı tek başına alabilecek bir oyuncu ve bu sene onun dönüş senesi olabilir.
Tüm bunlar pozitif durumlar ama Real Madrid maçı sonrası Terim’in söyledikleri benim de takım adına en önemli eksik olarak gördüğüm durumları bir daha gözler önüne serdi ki bu durumlar bence transferlerden önemli. Terim takımdaki oyuncuların geçen sezonlar ardından birkaç seviye geriye gittiğini, önceliğin tekrardan onlara kişilik kazandırmak olduğunu söyledi. Ayrıca Inter-Liverpool maçlarında topun hakimiyetini eline geçiren Galatasaray’ın çok daha farklı olduğundan bahsetti. Olayın özü de bence bu sözlerde gizli. İleri oynamayı düşünme, Galatasaray’ın önde oynayan yapısını tekrardan yakalama transferlerden de önemli bence.
Kısacası yeni sezon için öncelik mantalitenin değişmesinde. Terim’in de söylediği gibi bunun için de sabır ve bunu yapacak oyuncular gerekli. Baros’un yine alternatifsiz gözüktüğü bu senede hücum gücümüz yine kısıtlı olacak. Şampiyonluk senelerimizde Türk forvetlerin katkıları çok önemli olmuştu. Burada da Necati ve Hasan Kabze düşük maliyetler ile takıma çok katkı verirdi diye düşünüyorum ama yönetim yüksek bonservisli yıldızların peşine düşüp hayal kırıklığı yaşamakta ve yaşatmakta. O yüzden de takım gerçekten çok iyi transferler ile bir seviye atladı ama hücumsal kısıtlılık beni yeni sezon için düşündürüyor. Gerçek bir takım olacağımız bu senede, hepimiz tekrardan Galatasaray heyecanına kavuşmuşken bunca transfer hücumsal kısıtlılık yüzünden mahvolmaz umarım..
Bu seneki ideal kadromuz bence şöyle olur..
-Muslera- Eboue-Ujfalusi-Servet-Hakan Balta Melo-Selçuk Kazım-Elmander-Transfer -Baros-