28 Aralık 2011 Çarşamba

Keşke Deplasman Olsaydı


Ziraat Türkiye Kupası kuraları çekildi. Bu maçın Arena'da olması biz güneylileri üzmedi desem yeridir. Zira Galatasarayımızı Adana'da izleme şansını bir başka bahara bıraktık. Maçın Arena'da olması takım açısından iyi aslında, en azından yorucu bir deplasman koşturmasına girilmeyecek. 

Bu maç muhakkak İmparator ve Hasan Şaş için ayrı önem taşıyor. İkisinin de bugünlere gelmesinde belki de en önemli etken olan memleketlerinin takımına karşı oynayacaklar. Elbette çok çekişmeli bir maç olmaz ama Adanamızın takımını gönül verdiğimiz Galatasarayımızın karşısında izlemek -tv'den de olsa- keyifli olacaktır. Ben bu maçta Türkiye liglerinin en underrated forveti olan Tayfun Özkan'ı izlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Etkili olmaz belki ama iyi adam sonuçta. Böyle maçlarda gaz yapabilir. Sonuçta adam gol makinesi, Göztepe taraftarının deyimiyle "Tsubasa".

25 Aralık 2011 Pazar

Kimileri Kupa İçin, Kimileri Şike İçin Toplanır


Galatasaray'ın şükürler olsun ki çok dışında olduğu şike, teşvik mevzusu için şikenin başkahramanları tarafından bugün neden yaptıklarını anlamakta zorlandığım bir miting düzenlendi. Aslında kendilerini savunmuşlar veya savunmamışlar çok da umrumda değil. Ancak bugün düzenlenen miting, bizimle onlar arasındaki zihniyet farkını ortaya koyuyor. Yukarıdaki iki fotoğraftan üstte olanı bizim Avrupa'dan getirdiğimiz kupa sonrası toplanan binler iken; alttaki de organize suç örgütü kurmak, onlarca maçta şike yapmak iddiasıyla suçlanan başkanlarını aklayacaklarını sanan grubun fotoğrafı.

Fotoğrafların herşeyi anlattığını düşünerek son olarak şunları söylemek istiyorum... Bir kez daha takımımla gurur duyuyorum ve diyorum ki iyi GALATASARAYLIYIM ve iyi ki onlarla aynı takımı tutmuyorum...

8 Aralık 2011 Perşembe

Yıllar Sonra "Eze Eze": Derbi


Dün gece 2007 yılından beri futbol oynamayan, biz taraftarları her maçta muhakkak fıtık eden Galatasaray'ın yerine, o eski kaybetmemeye çalışan hüviyetinden kurtulmuş, istekli, hırslı, savaşan, birbirinin peşinden kavgaya koşabilecek muhteşem bir takım izledik. Bu takım yıllar sonra "eze eze" bileğinin hakkıyla bir galibiyet yaşattı bizlere. Açık ve net, taraftar olarak her şeyden önce Fenerbahçe derbisine hasrettik. Bu sene açık ara şampiyon bile olsak Feneri yenemeseydik içime batardı her türlü. Bu maçla bu konuda üzerimizdeki ölü toprağını da atmış olduk. Artık takımda uzun yıllardır olan oyuncular buna inandılar. Yabancılar da derbi ehemmiyetini kavramışlar besbelli. Takım içerisindeki beraberlik ve takım olma ruhunu her an sahada gördük. Bunun arkasında elbette Fatih Terim ve arkasında duran, ona yapacağı her hamlede limitsiz güven veren Ünal Aysal ve yönetim var. Sezon öncesinde takımın başında hoca ve başkan yokken, önce Ünal Başkan'ın ardından da İmparator'un gelişi bir şeyleri değiştirmeliydi zaten. Fatih Terim geldiğinde endişem vardı açıkçası. Sonuçta eldeki takımı toparlamak kolay değildi ve armanın peşinden giden bizler 4 yıldır eziyet çekiyorduk. Galatasaray camiası olarak kültürümüze, anlayışımıza ve tarzımıza tamamen ters Rijkaard sistemi denemeleri; M.Sarp, Barış, Servet gibi, takımın başına kim gelirse gelsin adam olmayacak oyuncuların takımda bulunmasının yanı sıra Fatih Hoca'nın eski İmparator olmadığına inancımızdan dolayı, 3.Terim dönemi konusunda şüphelerimiz olması gayet doğaldı. Ancak Terim, arkasında duran, inisiyatifin tamamen kendinde olduğu bir takım yaratmasına izin verildiğinde neler yapabileceğini yıllar önce göstermişti zaten bize. Bu sezon da, henüz lig ortası bile gelmemişken takımın bu denli savaşçı ve birliktelik içerisinde olması tamamen Terim'in eseridir. Teşekkürler İmparator!


Dünkü derbiye gelecek olursak, ilk 11'leri gördüğümde Emre Çolak'tan şüphelerim vardı açıkçası. Ancak geçen hafta Gençlerbirliği maçında Emre Çolak'ın oyuna girmesi bir mesaj olmalıydı bize. İmparator onu aslında bu maç için hazırlamıştı. Motivasyon konusunda dünya klasında birkaç hocadan biri olduğunu tartışamayacağımız Terim, bu maçla Emre Çolak'ı Galatasaray'a tekrar kazandırdı. Tekrar kazandırdı diyorum çünkü Emre Çolak bu sene de tutmasaydı, takımda kalması zordu. Emre'yi ancak Terim gibi bir insan bu maça hazırlayabilirdi zaten. Ve iddia ediyorum, Arda olsaydı dün, Emre kadar etkili olamazdı. Terim'in Semih'ten sonra Emre'yi de takıma kazandırması eski Terim yolundaki sağlam adımlardan en önemlisi bence. İlerleyen zamanlarda başka gençler de göreceğimizden hiç şüphem yok.


Sahaya çıkan 11 ofansifti, Aykut Kocaman ise her zamanki Fener taktiğiyle "bekle, vur, kaç" dizilişiyle sahadaydı. Bu blogda yazdığımız ilk günden beri; "4-4-2 Galatasaray'ın kültürüdür, evimizdeki maçta rakip kim olursa olsun ofansif oynamak asaletimizdir" diye bas bas bağırdık resmen. Dün İmparator bunu da yaptı. Asaletimizi sahaya yansıttı. Sol tarafta Emre'nin olması Riera'ya göre daha çabuk savunmaya dönebilecek olmasıydı ki bu sayede rakibin hücumda çoğalmasını önledi. Dünkü takımda sahanın en kötüsü denebilecek birisi yoktu aslında. Nispeten daha etkisiz olan isimler vardı. Hakan Balta oyunun içinde fazla olmamasına rağmen isabetli pasları ve kademeleriyle görevini yerlice yaptı. Onun dışında Kazım'ın Fenerbahçe'ye olan intikam/ispat çabasını hırsa dönüştürmek bizim için faydalı oluyor ama bu durum Kazım'ı bencilleştiriyor. Birkaç pozisyonda müsait arkadaşlarını görmemesinin başka açıklaması olamaz. Maçın başında vurduğu kafa gol olsa, belki de ikinci yarıda maçı farka götürecek pası Baros'a verirdi.


Eboue için ekstra bir parantez açmak elzem oldu artık. Dün akşam tipik Arsenal gollerinden birini atarak artık resmen Galatasaraylı oldu Eboue. Beşiktaş taraftarının yaptıklarından sonra gaza gelmişçesine oynayan ve 2 haftadır rakiplerin kilidini çözen adam olan Eboue. En verimli olduğu yerin sağ bek olduğunu kanıtladı. .Sabri'nin dönmesiyle birlikte o bölgede -Kazım oynadığı sürece- bir rekabet yaşayacaklar ama Fatih Hoca'nın en iyi yaptığı şey de bu değil mi zaten? Herkesi her zaman hazır tutması. Hatta futbolculara maç başı anlaşma yaptırıp, eşit gelir dağılımı için bile formayı eşit dağıtması. Eboue'nin de Sabri'nin gelişiyle birlikte farklı bölgelerde daha verimli olup olmayacağını hep beraber göreceğiz.


Orta sahada ise Melo maçın adamıydı resmen. Ayakta kaldı hücuma katıldı, sert, sağlam ve müthiş isabetli bir oyun oynadı. Normalde taraftar olarak bizler Selçuk'tan hücum anlamında daha çok şey beklesek de, Melo-Selçuk ikilisinden Melo hücuma daha yakın olan adam. Selçuk Melo'ya göre koşmuyor gibi görünse de pozisyon alma konusunda daha iyi, bu yeteneğiyle çok koşmadan da verimli olabiliyor. Savunmadayken Selçuk Melo'ya nazaran daha önde oluyor, Melo zaman zaman stoperlerin arasına kadar girebiliyor. Hücumdayken ise Selçuk biraz daha geride kalırken, Melo ileriye daha çok çıkıyor. Melo'nun bu özelliğiyle Box-to-Box görevini yerine getirmede oldukça başarılı oldu şu ana kadar. Selçuk'un dün etkisiz görünmesi kötü olduğundan değildi, pozisyonların hazırlayıcı paslarını hazırlayan da Selçuk'tu, bu yüzden geri planda gibi gözükmesi doğal. Şunu unutmamak gerekir ki Selçuk, iyi oynadığımız maçlarda etkisiz görünebilir.


Forvet konusuna gelince, yazının başında da dediğim gibi, yıllardır çift forvet özlemindeyiz biz taraftar olarak. Bu çift forvet Baros-Elmander olunca ve bu ikili birbirlerini daha iyi tanımaya başlayınca, ne kadar tehlikeli olduklarını görmeye başladık. Elmander geldiğinden beri en iyi maçını oynadı, müthiş fiziği ve ikili mücadelelerde ayakta kalması, sert şut atabilmesi, ayağına hakim olması ve adam eksiltmesi arayıp da bulunmayacak cinsten özellikler. Dün 1 gol 1 asist yaparak bence maçın adamı oldu. Ayrıca Baros'la olan uyumu da gün geçtikte artıyor. Baros'un kaçırdığı boş pozisyon net bir çift forvet organizasyonuydu. Üstelik dünkü performansları, bu adamların birbirleriyle tam uyumlu oynayan halleri değildi. İki forvetin birbiriyle tam uyumu yaklaşık 1 yıl birlikte sürekli oynamalarını gerektirir. Zaman geçtikçe ve eğer İmparator bu sistemde devam ederse, bu ikiliden çok pozisyon çok gol izleriz.


Son olarak bu muhteşem galibiyet için İmparator'u, futbolcuları ve müthiş destek veren şanlı taraftarımızı tebrik ediyorum. Pazar günü Trabzon maçı var ve bu maçtan daha tehlikeli olacak. İmparator'un karşısında bu sefer korkak bir Aykut Kocaman olmayacak. Trabzon'un moralsiz olması bizim için dezavantaj, dün eğer ŞL'de üst tura çıksalardı bizim için daha kolay olurdu bence. Bu yüzden pazar günü kadroda bazı değişiklikler yapmak lazım. Bunu da ekstra bir yazıyla detaylıca anlatırız. Malum fazla uzatmamak lazım, okuyan da sıkılmasın. 

5 Aralık 2011 Pazartesi

Galatasaraylı Olmak Farklılıktır, Farksızlaştırmayın...


Kendi çapımızda blog yazarlığı yapmaya başlayalı neredeyse 3 sene olacak. Ben de blog yazarlığı yapmadan önce ülkenin tiraj kaygısı güden, fanatikliği alttan alttan körükleyen spor veya güncel gazetelerine itibar eder; özellikle de Galatasaray herhangi bir maçı kazanmışsa en kıytırık yazarın bile köşe yazısını satırı satırına okurdum. Ancak yazmaya başlayınca gazetelere rağbet etmemeye, internet ortamında futbola hakikatten de farklı gözlerle bakmaya çalışan insanları okumaya başladım. Hatta Twitter sayesinde hiç tanımadığım ''gianinsesi'', ''memetozcan'' gibi durumlara farklı bakabilen Galatasaraylılar ile futboldan daha da zevk almaya başladığımı, futbolun salt fanatiklik ile daha zevksiz hale geleceğini; tutulan takımın yöneticisinin, futbolcusunun ve de taraftarının yanlışlarını doğru olarak görmenin futbola olan tutkumu tamamıyla bitireceğini fazlasıyla fark ettim.

Kabul etmek gerekir ki her takımın taraftarına aşık olduğu renkler farklıdır. Bizim için de aynen böyle durum geçerli. Ancak benim özellikle bu renklere olan aşkımın küçük yaşlarda alevlenmesi tuttuğum takımın taraftarının genel olarak doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmesidir. Bundan önce de bir çok yazıda Galatasaray'ın bir sistem kulübü olduğunu, 500 küsür senelik bir Lise'nin, Türkiye'nin en saygın üniversitelerinden birinin ismini hala bu kulübün taşıması ve yaşatmasının gerçek bir gurur kaynağı olduğunu yazmıştım. Hatta bu kulübün 80'lerin sonunda ülke futbolunun kaderini değiştirecek hamleler yapması; milenyumun hemen başında kazanılan Uefa Kupası ve Süper Kupa ile Türkiye'nin en büyük markalarından biri haline gelmesi de taraftarın kulübünü gönülden sevmesinin yanında diğer tüm takım taraftarlarından farklı, çağdaş bir taraftar kimliği göstermesi ile olduğunu anlatmaya çalışmıştım.

Ancak 2000'lerin sonundan itibaren ne yazık ki taraftarımız kimlik değiştirmeye, günlük başarılar peşinde koşmaya ve diğerleri gibi olmaya başladı. İşte bu diğerleri gibi olmanın son örneğini de geçen cumartesi günü Yenilsen De Yensen De programında Galatasaraylıları temsil ettiğini düşünen bayan taraftarın sözlerinde yaşadık. Salt fanatizm içeren, gerçeklerden uzak konuşmasında: ''Derbiyi kazanırsak Fener'e herkes vurdu, bir de biz vurmuş oluruz, on senedir baldan kazanıyorlar zaten'' türünden konuşmalar sadece ama sadece kendini ve üzerinde taşıdığı formayı küçük düşürdü. İşin daha da acısı, Facebook'ta önemli bir takipçi sayısı olan Galatasaray Gazetesi bu açıklamaları ''Dişi Aslan'dan Kapak Gibi Laflar'' adlı video ile sayfasından yayınlayıp onun bu saçmalığını bir adım öteye götürdü.

Ne farkımız kaldı peki Antu'dan? Bu anlayış hep eleştirdiğimiz Antu adlı saçma site ve oradaki saçma taraftarların anlayışı değil mi? Biz belki 10 senedir orada yeniliyoruz, amatör branşlarda onlar bizim önümüzde ama unutmamalıyız ki Avrupa'da ki en saygın Türk kulübünün Galatasaray olmasının sebebi bizim yapıp,onların yapmadıklarıdır. Bu yüzden yeni dönem belki bunların farkında değil ama Galatasaraylı olmak farklı olmak, rakibinin de doğrularına doğru demektir. Galatasaraylı olmak bu kulübün değerleri ile gururlanmak demektir. Galatasaraylı olmak basit, aptal taraftar saçmalıklarından uzak durmak sadece ama sadece takımı ile övünmektir.

Son birkaç söz de derbi ile alakalı olmalı. 15 senedir basının sadece Fenerbahçe'nin üstünlüğünü görmek istediği derbi tablosunda, Beşiktaş'a karşı da dış sahada olumsuz bir pozisyondayız. Derbi başarısızlığı apayrı, uzunca bir konu ama Fenerbahçe'ye olan iç sahadaki olumsuz sonuçlar cidden üzüntü verici. Sahaya çıkan her futbolcu üzerindeki formanın değerini bilmeli ve stadı full dolduracak seyirci ve stad dışındaki milyonlarca taraftarı sevindirmeli. Futbol kalitesi olmasın ama derbi bizim olsun. Çünkü bu taraftarın buna çok ihtiyacı var...

Tekel misiniz Kardeşim?


Derbiye sayılı saatler kala maçın hakemi açıklandı. Her şeyden önce fenerliler şimdiden zırlamaya başladılar bile ama bu hakemi ben de istemem kardeşim. Lakin Fırat Aydınus'un atanması kimseyi şaşırtmamıştır herhalde. Zira bu tarz maçlar için ya Cüneyt Çakır ya da Fırat Aydınus'tan başka hakem yokmuş gibi davranıyor MHK. Bu iki adam arasında paylaştırıyor maçları. Ülkede yetişen topçuların önü kesiliyor hadi anladık da hakemlerin tekel olması ne ayak lan?! Sezonu 27 hakemle açıyorsun, tüm derbileri ve önemli maçları 2 hakem arasında pay ediyorsun. Diğer hakemler nasıl "iyi hakem" olacaklar peki? Futbol izleyicisinin %70'nin ve hatta TFF ve MHK yetkililerinin bile izlemediği Karabük - Manisa maçını (ki bence daha zevkli maçlar) yöneterek mi?

13 Kasım 2011 Pazar

Milli?


Her şeyden önce maçı, kadroyu, taktiği, rakibi vs. vs. analiz edecek bir yazı değil bu. Bu yazı kimine göre galiz hakaretlerden; bana göre ise tamamen gerçeklerden oluşacak. Milli takımı yıllardır heyecanla izlemediğimden, belki de kalan son birkaç kıvılcımı da 1-2 yıldır kaybetmiş durumdayım. Hiddink, Oğuz Çetin, futbolun idaresi, futbolcular gibi nedenler üzerine konuşmak yersiz. Özellikle kendilerine yorumcu diyen TV'deki denyolar da artık bunları konuşmanın fuzuli olduğunu bilsin. Kimse gidip de taraftara çamur atmasın. Federasyon, milli takım, Hiddink, ülke futbolu komple çamurun içinde zaten. Asıl söylemek istediğim bunlar değil hem.


Taraftarların futbolcuları protesto etmesi kadar normal bir şey olamaz. Tüm takım çok mu güzel oynadı? Hayır. Tüm takımı protesto etseydi taraftar, o zaman kimsenin sesi çıkamazdı. Lakin, seni ıslıklayan taraftara, ana avrat küfür edersen, el-kol yaparsan oradan sağ çıktığına dua edeceksin Volkan! Sonradan ortaya çıkıp, "Galatasaraylılar Kadıköy'e gelmesin" diyecek kadar götüne güveniyorsan, milli maç çıkışı o ana avrat küfür ettiğin taraftarların arasına gideceksin. Vaktiyle Sami Yen'de hayalarını avuçlarken, götünle top kontrol ederken sen çok profesyoneldin, çok iyi niyetliydin değil mi? Fenerbahçe'de oynadığının 4'te 1'ini milli takımda oynamanı bekliyor o küfrettiğin adamlar senden. Hem ıslıklamışlar da n'olmuş? Sen futbolcusun işini yapacaksın, gider yapmaya hakkın yok senin. Senin taraftarın kalecisini döverdi zamanında, seni pek şımartmışlar besbelli. Ne olursa olsun senin taraftara gider yapmaya hakkın yok. Bir de sözüm ona taraftarı telkin edecek olan kaptan, bıyık altından taraftara küfür ediyorsa zaten bu takım bitmiştir çoktan. Tabi tüm bunlar tamamen bu adamların kansızlığından değil, Rıdvan gibi omurgasızların bunların pohpohlamasındandır.

Tabi Volkan gibi kansızların sırtını sıvazlayanlar da sürüsüyle var piyasada. Bunların feriştahı da Rıdvan denen sürüngen. "Bu maç Anadolu'da olsa, destek olur, saygı olur" demek, senin Türkçe'nde "Galatasaray'ın sahası olmasın da neresi olursa olsun demekle aynı şey aslında. Biz bunu biliyoruz. "Milli maçta böyle şey olmaz kulüpçülük yapılmaz" diye ağlarken sen, biz senin bu söylediğinin millilik olgusuna ne kadar ters olduğunu da biliyoruz. Bir tek "maç Kadıköy'de olsaydı yenilmezdik" demedin, onu da deseydin keşke. Zaten biz görüyoruz içini...


2 Kasım 2011 Çarşamba

Göç’ün 50.Yılı, Terim, Milli Takım



Başlıktaki maddelerin hepsi ayrı ayrı, uzun uzun değerlendirilecek konular. Ama o kadar yoğun bir futbol gündemi var ki, her an her şey değişkenlik gösterebiliyor, eskiyebiliyor.O yüzden de bu üç konu gündemdeki sıcaklığını korumaktayken kısa da olsa değerlendirilecek, nacizane düşünceler paylaşılacak bu yazıda.

Almanya’ya Göçün 50. Yılı ve Mesut Özil
Bu günlerde ülke siyasi gündemi birçok konu ile meşgulken, belki onlar kadar önemli olmayan ama bir dönemimize ayna tutan bir realiteyi de aynı anda yaşıyoruz.1961 yılında Almanya’ya göç etmek için hareket eden ilk trenin kalkışından bu yana tam 50 sene geçmiş. Yani o günden bu yana üç nesil orada Türk olarak türlü zorluklara katlanmış, çeşitli badireler atlatmış. Ama bu gün her şey çok farklı ilk gidişten. O gün orada sadece iş gücü olarak düşünülen Türkler, bugün yaşadıkları ülkenin olmazsa olmazları. Bunun da en güzel örneği futbolun içinden; Mesut Özil. Üçüncü nesil Türkler (Mesut Özil ve yaş grubunun jenerasyonu), bir ve ikinci nesilden farklı olarak hem orda doğmuş hem de yaşadıkları ülkenin diline hakim, kısacası Almanlar için vazgeçilmez göçmenler.

En başından beri başarılarına sevinip, saygı duyduğum Mesut Özil’in neden Alman ulusal formasını tercih ettiği de bu açıdan değerlendirilmeli. Doğduğu, diline hakim olduğu bir ülkede çok önemli yerlere gelirken Türk olduğunu onlara göstermesi, hissettirmesi bundan sonra orada yaşayacak gurbetçilerimize de yeni kapılar açacak. Mesut sayesinde artık onlar bize ne kadar önemli olduğumuzu gösterecek biz onlara değil. O yüzden 50 senelik macera tam anlamıyla başarıya ulaşmışken, insanımız onlar için vazgeçilmez olmuşken Mesut’un neden onların formasını seçtiği sadece futbol açısından değerlendirilmemeli.

Fatih Hoca’ya Üç Soru
Gelişi ile yeni bir döneme girdiğimiz kesin. Hatta onun olduğu yerde zirveye oynamamak sürpriz. İkinci gelişinde ilk gelişini aramış, ciddi hayal kırıklığına uğramıştık. Ama ne olursa olsun bu gelişi hepimizi tekrardan takımımıza döndürdü. Kaybettiğimiz heyecanımızı tekrardan yerine getirdi. Ama hala bir şeyler eksik hocada. Bildiğimiz Terim mantalitesi ile şuan ki takımın durumu arasında epeyce fark var hatta. Ne olursa olsun Terim’e güvenimiz tam ama fırsatım olsa şu üç soruyu ona sormak isterdim. Çünkü bu üç soru yeni dönemde hocanın ne düşündüğünü, neleri yapıp, neleri yapamayacağını ortaya koyabilir.


1-96-2000 yılları arasındaki takım ülkenin en iyi hücum futbolunu oynamış, hatta oynatılan futbol Avrupa takımlarına ders verir nitelikte olmuştu. O günün 4-4-2’sini ülke futboluna kazandıran Terim neden bugün tek forvetli sistemle kendi sistemine ihanet eder durumdadır?
2-Sene başında yoğun bir fikstürün takımı beklediği, yabancı kontenjanında sınırsız olduğu aşikar iken neden Culio, Stancu, Pino gibi yabancılarla yollar ayrıldı? Müzmin sakat Baros’un sakatlık problemine gireceği dönemlerde bu oyuncuların hücum gücüne fazlasıyla katkı vereceği neden düşünülmedi?
3-Yine 96-2000 yılları arasındaki periyottaki tabloya bakıldığında o günkü Fenerbahçe, TFF ve hakemlerin Galatasaray lehine verdiği kararlar ile bugün arasında önemli farklar var. Hoca bu tespitin farkında mı veya bu tespit hoca için ne kadar geçerli?

Play-Off Maçları ve Milli Takım
Milli takım ile ilgili söylenecek çok da fazla şey yok aslında. Maçtan kısa bir süre önce ülkeye teşrif edecek Hiddink zaten bir önceki yazının konusuydu. Sistemsizlik de bundan önce bu satırlarda yazıldı, çizildi. Ama artık her şeyin bittiği yerdeyiz. 17 Kasım’da açıklanacak iddianame büyük olasılıkla ülke futbolunu çok gerilere götürecek. Küme düşmeler ile çalkanacak ülke futbolunun tek kurtuluşu yaz aylarında yaşayacağımız şampiyona çoşkusu ve oralarda alınabilecek başarılar olur. İtalya şike olaylarından sonra nasıl Dünya Şampiyonu olmuş, futbolunu ayakta tutabilmişse, bizim de milli futbolcularımızın bu misyonun farkında olması lazım. O yüzden ciddi bir karakter sınavı öncesindeyiz hem de rakip gerçek bir intikam peşinde. Arda, bu maçları hayatının en önemli maçları olarak nitelemiş, diğerleri de aynen bu düşüncede olmalı…

15 Ekim 2011 Cumartesi

Hiddink ve Mutsuz Bir Futbol Ülkesi


Avrupa Şampiyonası grup elemelerinin son iki maçını oynadık ve hedeflediğimiz üzere grup ikincisi olup play-off'lara katılma hakkı kazandık. Hedefimiz grup liderliği değildi hatta olamazdı da, çünkü Milli Takımımız'ın teknik patronu olaya hakimdi ve hedefi Belçika'yı geçmek olarak belirlemişti. Hal böyle olunca da onun koyduğu hedef de harfi harfine gerçekleşmiş oldu. Kim bilir belki de yaşadığımız anlamsız puan kayıpları da yapılmış planlamanın bir ürünüydü ve her şey anlamsız gözükse de anlamlıydı.

Evet artık önümüzde play-off maçları var ve ülke olarak futbolumuz bizleri mutlu etmekten çok uzak. Ama şimdi bir ara var ve Hiddink yine ülkesine dönecek bir aylık süreç içinde Hırvatistan maçlarının da planlamasını yapacak. Bu süreç ve oynanacak maçlar bizlere neler gösterecek bilinmez; ancak Hiddink'in ülkeye gelişinden bugüne kadar takındığı tutum, verdiği demeçler, oynatmak istediği futbol ve ülke futboluna olan bakış açısı Galatasaray'ın bir başka Hollandalı ile yaşadığı süreci aynısını tekrardan yaşatıyor bana. O günlerdeki tartışmalarda da bir kısım, Rijkaard'dan bir futbol devrimi beklerken, bir kısım da Rijkaard'ın takıma ve genel futbol kimliğimize katkıdan çok zararlar verdiğini düşünmekteydi ki; sürecin sonu ikinci görüşü benimseyenlerin haklı olduğunu açıkça ortaya çıkardı.


Artık şunu iyi anlamalıyız. Ülke futboluna gelen bir yabancı hocadan devrim bekliyorsak Derwall ve Piontek’in bu ülkeye verdiklerine bir daha bakmalı ve gerçeği onların yaptıklarında aramalıyız. Çünkü futbolumuzda devrim olacaksa bu ülkeyi sahiplenen hocalar ile olur. Devrim bu ülkeyi içine sindirmekle, ülke insanına, futbolumuza yukardan bakmamakla olur. Devrim kendinden sonra ülkeye hocalar kazandıracak olgunlukta ve büyüklükte futbol karakterleriyle olur. Bunların hiçbirini göstermeden Rijkaard bu ülkeden ayrıldı gitti. Aynı şekilde Hiddink de bu türden yaklaşımlara asla girmeyecek ve muhtemelen olası bir play-off başarısızlığı ile ülkeden ayrılıp gidecektir.


Sonvagon.blogspot.com'da yazılmış Guus Hiddink gerçeği... adlı yazı ve yazıya paylaşılan yorumlar aslında ne demek istediğimin açık kanıtı.Yazıyı yazan Mustafa Kantarcı ve yazıya yorum yapan Erk olayı iki boyutuyla kendilerince çok güzel bir şekilde değerlendirmişler. Olayın taktiksel ve tarihsel boyutu yazıda ve yorumlarda oldukça güzel bir şekilde ele alınmış. Erk, Hiddink ile devrim beklerken; yazar Mustafa Kantarcı da bunun olamayacağını nedenleriyle anlatmaya çalışmış. Bence bu yazıyı okumayanlar alttaki yorumları ile birlikte okumalı olaya her iki durumdan da bakabilmeli. Ama bana kalırsa yakalanmış iyi bir jenarasyon ne yazık ki bu ülkeden çok uzak birinin elinde kaybolup gidiyor. Yazık…

3 Ekim 2011 Pazartesi

Euroleague'deyiz...


Yıl 2005 günler 24 Nisan’ı göstermekte.Galatasaray basketbolda nerdeyse dibi görmüş durumda ve Banvit deplasmanındayız.Yenilirsek play-out oynayacağız ve bir zamanların Yenilmez Armadası belki de ligden düşecek. Galatasaraylı tribünlere maç bileti o zamanın parasıyla 100 milyon lira ve hakkı savunulmayan ,kimin tarafından yönetildiği bile belli olmayan Galatasaray basketbol takımı, maçı kaybediyor ve ne yazık ki play out oynamak zorunda kalıyoruz. Allahtan ki play out maçları sonunda ligde kalıyoruz ve Türkiye’nin basketboldaki lokomotifi bu büyük acıyı taraftarına yaşatmıyor.

Yıl 2005’de durumumuz ne yazık ki böyleydi.Ondan sonraki süreç çok mu sağlıklı gitti derseniz elbette ki her şey dört dörtlük gitmedi ama yavaştan da olsa geri dönüşün sinyalleri verilmeye başlanmıştı.Avrupa’da oynanan dörtlü final,Türkiye Ligi’nde gelen liderlikler,oynanan play-off finali hep geri dönüşün ve olacakların sinyaliydi.Ve dün de bizler için bir hayal gerçeğe dönüştü ve Euroleague’de oynamaya hak kazandık hem de ev sahibini seyircisinin önünde eze eze yenerek. Şimdi bu ülkenin diğer takımları zaten bu lig de ve buralara alışıklar bu başarı büyütülmemeli denip Galatasaray’ın bu başarısı küçümsenebilinir.Ama bu takım, sponsoru sırtına dayamadan,bir kulübün oyuncularının tamamını kendi bünyesine katmadan,federasyon yardımı olmadan bu zaferi kazandı.


Artık Avrupa’nın en iyi ligindeyiz ve önümüz oldukça açık.Çünkü bizim maçlarımız diğerleri gibi boş tribünler önünde oynanmayacak. Çünkü futbolda en iyi taraftar Galatasaray’ındır diyemem ama basketbolda kesinlikle ama kesinlikle en iyi ve basketbolu fazlasıyla bilen taraftar Galatasaray taraftarıdır.O yüzden de her maçımız farklı atmosferlerde oynanacak ve tecrübe eksikliklerimiz taraftarımızın desteğiyle kapanacak.İşte o yüzden diyoruz ki bekle bizi Euroleague YENİLMEZ ARMADA geri döndü...

21 Eylül 2011 Çarşamba

Jupp Derwall: Türk Futbolunun Seyrini Değiştiren Adam



1980‘li yılların Türk futbolunu bizden büyük ağabeylerimiz birebir yaşarken; bir üst jenerasyon olan bizler de bolca okuyarak, onlardan dinleyerek futbolumuzun o günlerine tanıklık ettik. Hikayemizin özü de toprak sahalardan kötü sahalara yapılan müsabakalar, şerefli mağlubiyetler ile kendine kimlik arayan bir futbol ülkesinin, bir Alman’ın, tarihinin her döneminde kendine vizyonlar ve misyonlar belirlemiş bir kulübe gelmesi ile baştan değişmesi idi. Şimdi anlatırken bile tüyleri diken diken edecek destansı bir hikaye idi bu hikaye aslında. Evet, bu hikaye Galatasaray’ın ve Derwall’in yollarının kesişmesiyle koskoca bir ülkenin kaderinin futbol ile nasıl değişebileceğinin hikayesi.

Pazartesi günü anılacak olan Derwall için resmi sitemizde dolu dolu bir yazı kaleme alınmış. Okuyanlar okumayanlara okutmalı bence bu yazıyı. O kadar güzel anlatılmış ki bu hikaye inanıyorum ki o günleri yaşayanlar bu hikayeyi okuduğunda o günler tekrardan dönüp bambaşka yerlere gidecekler. Benim ise bu yazı ile ilgili en önemli bulduğum nokta; kendine kimlik arayan yeni dönem Galatasaray taraftarının Galatasaray’ın nerelerden nerelere geldiğini görüp en büyük özelliğimizin değerlerimize sahip çıkmamız olduğunu anlamaya çalışması olmasının gerekliliğidir.


Yönetimler, oyuncular, kişiler hatta taraftarlar değişse bile, Galatasaraylı olarak tek değiştirmememiz gereken özelliğimiz, bu kulübün nerelerden nerelere, nasıl geldiğini hiç ama hiç unutmamak olmalı. Bugün farklı yollarda Galatasaraylılığı yaşayan değerlerine önem vermeyen yeni nesil taraftarımız neleri yaşayarak buralara geldiğimizi anlamalı. Bugün Karabük ile maçımız var, takım oturmamış, eski hücum futbolumuzu mumla arar olmuşuz hiç ama hiç umurumda değil dünden itibaren. Resmi sitemizde okuduğum ve kaleme alan kişiyi ayakta alkışladığım Derwall yazısı beni tekrardan o günlere götürdü. Neden Galatasaraylı olduğumu tekrar hatırlattı. Orada uzunca bir yazı var ve satırı satırına okunmalı; ancak bana kalırsa en önemli yeri aşağıdaki satırlar. Umarım herkes bu yazıyı okur ve kendince dersler çıkartabilir kendine. Tekrardan verdiğin her ama her şey için sonsuz teşekkürler Derwall. Daima çok ama çok farklı yerlerde olacaksın gönlümüzde.


Derwall Galatasaray’ın teknik direktörü oluyor
Nasıl bir ortamda çalışacağını görmek bir teknik direktörün en doğal hakkıdır şüphesiz ki. Bu yüzden Derwall de ilk olarak o yıllarda henüz çok yeni olan Florya tesislerine gider. Ancak tesislere adımını atan Derwall daha ilk etapta gördüğü eksiklikleri sıralayarak ve bu eksikliklerin bir an önce giderilmesini talep ederek işe başlar. Bu eksikliklerin başında da toprak haldeki antrenman sahası ve bir kondisyon merkezinin olmayışı gelmektedir. Bunlar Derwall’in Galatasaray’da çalışmak için olmazsa olmaz koşullarıydı. Çünkü kendi ifadesiyle, çim sahada çalışmayan ve dolayısıyla da maçlarını toprak çim karışımı berbat sahalarda oynayan Türk futbolcular, modern futbolun birçok fundamental özelliğini bilmiyor ya da bilseler de uygulayamıyorlardı. Örneğin çim sahada çalışıp, oynayamadıklarından ötürü kayarak ayağa müdahale yapmayı bilmiyorlardı. Üstelik yurt dışında oynadıkları maçlarda bu tarz müdahaleler ile karşılaşınca da hem şaşırıyor, hem de sinirleniyorlardı.


Bütün bunları aşmak gerekiyordu. Yönetim Derwall’in çim antrenman sahası konusundaki ısrarını görünce, anlaşmayı sağlayabilmek için evet diyecekti. Bu evet belki ilk anda küçük bir çim saha için onay anlamına gelse de, ileriki yıllarda sonuçları görüldüğünde yapılan bu işin sanıldığından da büyük bir etkiye sahip olduğu görülecekti. Yapılan görüşmeler sonunda iki tarafta karşılıklı olarak birbirlerinin koşullarını kabul edeceklerdi. Derwall, aylık bir milyon lira maaş, araba ve Ayaspaşa semtinde bir ev karşılığında Galatasaray’a imzayı atacaktı. Kendisine anlaşma gereği ayrıca şampiyon olması halinde prim de verilecektir.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Gaziantep’te Maç İzlemek Sadece 1.25 TL


Her zaman için Galatasaray sevdam, aşkım her şeyin ve her durumun üstünde ama bu sezon başı itibariyle Gaziantepspor'da göreve başladım. Görevim Süper Lig’in köklü ama seyirci yönünden daima gerilerde kalmış kulubü Gaziantepspor’un taraftar organizasyonunu düzenlemek ve takımın daha coşkulu ve dolu tribünlere oynamasını sağlamak.

2001 yılı Gaziantepspor’un şahlandığı ve Anadolu’dan şampiyon çıkmaz tabusunu yıkmaya çok yaklaştığı sene... Bugünlerde yaşanan seyirci probleminin temeli de o günlere dayanmakta. İlk yarısı 3-0 biten maç ikinci yarı türlü saçmalıklarla Rapaiç’in slalom yaparak attığı golle 4-3 bitiyor ve Gaziantep şehrinin futbol kaderi de belki o gün baştan sona tekrardan yazılıyor. Bugün Gaziantep’e geldiğinizde hala o maça yanan taraftarlar mevcut. Ayrıca kulüp tarihinde kupa kazanılmaması da halkın içinde derin bir yara. İşte bu nedenlerden dolayı Gaziantep iddialı kadrolar kurmasına, yönetimsel bazda önemli hamleler yapmasına rağmen seyirci anlamında bir türlü gereken desteği alamayan bir kulüp. Son senelerde Tabata-Karcemarskas-Danny-Cenk Tosun-İsmail Sosa gibi futbolcuları ülke futboluna kazandıran başkan yardımcısı Mehmet Kızıl ve diğer yönetim üyeleri Gaziantep halkının futbol kaderini değiştirmekte kararlı ama gelişmekte olan Gençlik 27 grubunun kısıtlı katkısı dışında daha büyük bir taraftar katkısı başarılar için şart.


Sezona iki yenilgi ile başlayan Gaziantepspor yarın Kayserispor ile sahasında yeni bir start verecek lige. Ve bu maçın biletleri kale arkası tribünler için sadece 1.25 TL. Birçok maçı boş tribünlere oynayan Gaziantepspor’un 1.25 TL’ye maç izleme şansı sağladığı bu maç bence çok önemli. Süper Lig maçı izlemek bu kadar ucuzken bence Gaziantep halkı da önemli bir sınav verecek. Şimdiden merak ediyorum yarınki tribünlerin durumunu. Ve Gaziantep halkının bu fırsatı iyi değerlendirerek takımının yanında olmasını umuyorum.

18 Eylül 2011 Pazar

İlk Galibiyet: Galatasaray - Samsunspor



-Takımın oyununda geçtiğimiz haftaya göre gözle görülür bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. İBB maçında yerden yere vurduğumuz G.Zan yediğimiz goldeki hatasına kadar bence oldukça iyi oynuyordu ama bize bir kez daha gösterdi ki Gökhan Zan böyle. Ona ne performans ne de istikrar açısından güvenebiliriz. Ayran budur yarısı sudur.

-Yine İBB maçında takımda hiçleri oynayan Kazım, bu maçta da sahanın en kötüsüydü. Fatih Terim'in onu oyundan çıkarmasını beklemiyordum açıkçası. O da beni şaşırttı. Kazım'ın oyundan çıkması ve 4-4-2'ye dönüş takımı kendine getirdi. Umarım Terim bu tek forvet yanlışından döner, takım da rahat bir nefes alır.

-Elmander ve Sercan'ın oyuna girmesi ve sonunda özlediğimiz, Galatasaray'ımızın asıl karakteri olan 4-4-2 formasyonuna dönülmesiyle kapanan Samsun savunmasını açmaya başladık. Bu blogda yazı yazmaya başladığımız günden itibaren bahsettiğimiz şey Galatasaray'ın -özellikle içerdeki maçlarda- her zaman 4-4-2 oynaması gerektiğiydi. Bugün maça tek forvet başlıyorsanız, Samsun gibi kapanan takımlara karşı o tek forvetinizi kurban ediyorsunuz demektir. İlk yarıda orta sahada top yapabildik ama topu ileri taşıyamayınca Baros'un yaptığı çapraz koşulardan açılan boşluklara sızan kimse olmadığı için Baros resmen kendini heder etti. Oradan oraya koşan, sürekli markaj altında stoperlerle boğuşan bir Baros'tan verim elde edemezsiniz. Keza Elmander'in de tek forvet oynayamayacağını düşünüyorum. Yabancı sınırlamasına takılmamak adına sırf bu tarz kapanan takımlara karşı çapraz-boş koşu yapabilen Sercan'ı 2.forvet olarak Baros veya Elmander'in yanında başlatmak en mantıklısı olur. Bu sayede forvetteki Sercan'a göre son vuruş açısından daha yetenekli diğer oyuncunuza daha çok boş alan ve daha az markaj şansı yaratılır.

-Orta sahaya baktığımızda bugünkü maçta müthiş mücadele eden, akıllıca toplar atan Melo bence maçın adamıydı. Selçuk ise biraz daha hızlı hareket etmeli. Özellikle bugünkü gibi skor avantajı olması durumunda son 10-15 dakika Ceyhun Gülselam ve Engin Baytar'ın orta sahada denenmesinden yanayım.

-İlk yarı kanatları çok etkili kullanamadık. Riera kalitesini ortaya koydu. İlk yarı daha vasat olsa da ikinci yarı çok iyi toparladı ve ilk maçı olmasına rağmen 90 dakika sahada yorulmadan kalarak hazır olduğunu gösterdi. Takıma uyum sağladıkça, Fatih Terim'in ona daha fazla sorumluluk vermesi gerekiyor. Ayrıca Riera'nın performansının Hakan Balta'nın hücuma katılmasında ne kadar etkili olduğunu da gördük. İki yıldır neredeyse bindirme yapmayan Hakan Balta bugün hemen her atakta hücuma destek verdi. Sol kanatta özlediğimiz hareketlerdi bunlar açıkçası.

-Bir de Mustafa Sarp'a parantez açmak lazım. O kadar zaman başarısızlığında en büyük payı oynadığın ama yine de ekmeğini yediğin ve üstelik taraftarı olduğunu söylediğin bu takımın büyük taraftarına "sus" işareti yaparsan, sen o sahadan ıslıkla ayrıldığına dua etmelisin. Madem golünü attın, git takım arkadaşlarına sarıl, adam gibi abartmadan kutla. Kuyruk acın nerden geliyor? Bu takımda olmayı çok hak edip de gönderildin mi? Ama hepimizi biliyoruz ki sen adam değilsin, itsin it!

-Son olarak, galibiyetle sonuçlanması gereken bir maçı, skor 1-1 olmasına rağmen lehimize çevirmiş olmamız bizim için iyiye işaretti. Oyuncuların birbirleriyle olan uyumu ve maç eksikliğinden mütevellit yüksek tempoda bir maç izleyemedik ama özellikle Riera'nın uyumu, Melo ve Selçuk'un kondisyon ve form tutmalarıyla takımın daha tempolu maçlar izleteceğini düşünüyorum. Umarım çarşamba günü Karabük deplasmanında bugünkü oyunun daha da üstüne koymuş bir şekilde maçı kazanırız.

8 Eylül 2011 Perşembe

Aynaya Baktığında Ne Görüyorsun Arda?


Gittiği zaman Arda ile ilgili detaylı bir yazı yazmayı planlamıştık. Arda’nın yani kaptanın verdikleri, veremedikleri kim ne düşünürse düşünsün bizim için önemli ve değerliydi. Gidişinden sonra da bizlere artık çıktığı bu yeni yolda sonsuz başarılar kazanması ve tekrardan bir gün yuvasına dönmesi temennisi düşüyordu. Ama Arda hala kendi kendine zarar vermekte ve buradaki yanlışlarının üstüne yanlışlar katmakta.

Milli maç sonrası verdiği saçma sapan açıklama son derece gereksiz ve anlamsız iken bu da yetmezmiş gibi üstüne dediklerimin sonuna kadar arkasındayım dedi Arda. Ahmet Çakar ile olan saçma diyaloglarını da nedense devam ettirmekte. Yine milli maç sonrası, "bu takımda ben sorumluluk almazsam kimse almayacak" yaklaşımı, bana göre masumane olsa bile Türkiye’de iken gitmediği Metris’e yurtdışına çıkınca gitmesi Arda’nın akıl hocalarının onu olduğunca yanlış yönlendirdiğinin kanıtı. Profesyonellikten bahseden Arda dünyadaki yıldızlar gibi çok özel ve ayrı bir oyuncu. Ancak en önemli fark Arda’nın futbol dışı işlerlere olabildiğine gündeme gelmesi. Ve adeta bu türden olaylardan beslenmesi.


Arda yepyeni bir yolculuğa çıktı ve bu yolculuğu onu oldukça zorlayacak. Atletico Madrid’in Reyes odaklı futbolunun yanı sıra ofansif Diego ve Falcao katkısı, Madrid’deki babaların Arda’ya takınacağı tutum Arda’yı oldukça zorlayacak. Türk futbolcusunun Avrupa sahnesindeki genel başarısız performansı kadar Tugay ve Nihat’ın verdikleri de örnek olmalı Arda için. Tugay ve Nihat’ın üstün performanslarında kafalarında ülkelerini geride bırakmaları ne kadar çok etkili olmuştu. Emre, Hakan, Fatih gibi isimlerde bu ülkenin kısır döngüsünden kendilerini koparamadılar ve gerisin geriye döndüler. O yüzden Arda bu ülkenin gündeminden kendini koparmalı. Buradayken en büyük yanlışı bu iken neden hala bu yanlışla devam eder onu da anlamak mümkün değil aslında.


Türk pasaportu önümüzdeki en büyük engel diyen Arda için görülüyor ki yetenek olduktan sonra bu saptama çok da geçerli değil. Yetenekleri ile geldiğin bu noktada profesyonel olabilmek bundan sonraki futbol hayatının yol haritasını belirleyecek Arda. Profesyonel olmak da futbol dışı unsurları olabildiğine geri bırakabilmekten geçiyor. Her ne olursa olsun yeni yolunda sonsuz başarılar sana kaptan; ama artık sadece futbol oyna, diğer işler senin işin değil…

26 Ağustos 2011 Cuma

Yeni Sezon Galatasarayı


Her açıdan bizleri hayal kırıklığına uğratmış bir sezon, yeni yönetimimiz ile gelen yepyeni umutlar, İmparator’un yuvaya tekrardan dönüşü, yaz aylarında başlayan şike soruşturması ve Fenerbahçe’nin durumu...

Aslında bunların tamamı yeni sezon öncesi nasıl bir Galatasaray olmalı veya olacak sorusunun farklı farklı cevapları…

Mevcut durumda lig yarışında Fenerbahçe olur mu olmaz mı sorusu halen belli değil.Fakat olmaması birçok şeyi değiştirecektir, şüphesiz. Ancak buna bakmadan yeni transferler, sezon öncesi yapılamayanlar, yeni sezonda yapılması gereken şeyler ile ilgili analizler olacak bu yazıda.


Öncelikle transferler…

Yeni sezon öncesi gelen oyunculara baktığımızda ilk göze batan durum yabancı kalitesinin bir çıta arttığı. Her ne kadar Arda’nın gidişi ve forvet seçeneğinin kısıtlılığı yüzünden sol açık ve golcü transferi muhakkak lazım olsa da; Selçuk, Melo, Ceyhun, Muslera, Eboue, Ujfalusi, Elmander, Engin bu sezonun yeni gelenleri ve kaliteleri ile takıma çok katkılar sağlayacaklarından kimsenin şüphesi yok.

Selçuk-Melo ikilisi dağılmış Galatasaray orta sahasının hem ofansif hem savunma anlamında çıtasını yükseltecektir. Muslera böyle oynamaya devam ederse Avrupa’nın sayılı kalecilerinden olur. Eboue kimilerine göre fazlalık olarak düşünülebilinir; ancak bana kalırsa Selçuk ile birlikte en önemli iki transferimizden biri ve inanılmaz katkılar verecek. Elmander devamlı 11 oynatılırsa bir zamanlar İliç’den aldığımız o gizli katkının da fazlasını verecektir. RUF’un zayıf halkası olarak görülen Ujfalusi hazırlık maçlarının en dikkat çeken ismiydi ve sağ bek-stoper katkısı çok önemli olacak. Engin ve Ceyhun ise derin kadronun önemli isimleri olacaklar. Özellikle aklı futbolda olan Engin birçok maçı tek başına alabilecek bir oyuncu ve bu sene onun dönüş senesi olabilir.


Tüm bunlar pozitif durumlar ama Real Madrid maçı sonrası Terim’in söyledikleri benim de takım adına en önemli eksik olarak gördüğüm durumları bir daha gözler önüne serdi ki bu durumlar bence transferlerden önemli. Terim takımdaki oyuncuların geçen sezonlar ardından birkaç seviye geriye gittiğini, önceliğin tekrardan onlara kişilik kazandırmak olduğunu söyledi. Ayrıca Inter-Liverpool maçlarında topun hakimiyetini eline geçiren Galatasaray’ın çok daha farklı olduğundan bahsetti. Olayın özü de bence bu sözlerde gizli. İleri oynamayı düşünme, Galatasaray’ın önde oynayan yapısını tekrardan yakalama transferlerden de önemli bence.

Kısacası yeni sezon için öncelik mantalitenin değişmesinde. Terim’in de söylediği gibi bunun için de sabır ve bunu yapacak oyuncular gerekli. Baros’un yine alternatifsiz gözüktüğü bu senede hücum gücümüz yine kısıtlı olacak. Şampiyonluk senelerimizde Türk forvetlerin katkıları çok önemli olmuştu. Burada da Necati ve Hasan Kabze düşük maliyetler ile takıma çok katkı verirdi diye düşünüyorum ama yönetim yüksek bonservisli yıldızların peşine düşüp hayal kırıklığı yaşamakta ve yaşatmakta. O yüzden de takım gerçekten çok iyi transferler ile bir seviye atladı ama hücumsal kısıtlılık beni yeni sezon için düşündürüyor. Gerçek bir takım olacağımız bu senede, hepimiz tekrardan Galatasaray heyecanına kavuşmuşken bunca transfer hücumsal kısıtlılık yüzünden mahvolmaz umarım..

Bu seneki ideal kadromuz bence şöyle olur..

-Muslera-
Eboue-Ujfalusi-Servet-Hakan Balta
Melo-Selçuk
Kazım-Elmander-Transfer
-Baros-

25 Ağustos 2011 Perşembe

Kangren Parmak ve Peşkeş!!!

Evvela Ünal Aysal'ın "Kangren parmağı kesmezsek, biri gelir kolumuzu keser" cümlesinden sonra çemkiren taraflı TFF'den bahsetmek lazım. Şike olayında tüm cürum Fenerbahçe'nin üstüne kalmasın diye diğer takımlardan da yönetici ve futbolcuların da şike operasyonunun içine çekilmesi zaten bir oyundu ki o insanların çoğunun Aziz Yıldırım'ın ifadesinden sonra gözaltına alınması da bunu gösterir zaten. TFF, ortada bariz bir şike olayı varken, yayıncı kuruluş ve dolayısıyla diğer kulüpler zarar etmesin diye "Türk futbolunun marka değerine zarar vermemek" kisvesi altında şike olayının üstünü örtme çalışmalarına başlamıştı zaten. Bunun ilk adımı da kulüpler birliğini de yanına alarak play-off usulünü gündeme taşımak oldu. Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi tamamen Digitürk'ün kasası düşünülerek ortaya atılmış ve 3.dünya liglerinde uygulanan play-off sistemi Türk futbolunun ne kadar geriye gittiğini gösteren bir uygulamadır.

Play-Off uygulaması şike olayının üzerinin kapatılması için iyi bir kılıftı elbette. Lakin UEFA müfettişinin olaya girmesiyle her şey tersine döndü. Ünal Başkan'ın da dediği gibi, TFF'nin kesmediği kangren parmak (FB) UEFA tarafından kolumuzla birlikte kesildi. Belki de Trabzonspor'la birlikte 2 takımla mücadele edeceğimiz Şampiyonlar Ligi'ne 1 takımla katılmak zorunda kalıyoruz. Türk futbolunun bu kaybını kim ödeyebilir?

İşin diğer boyutu ise UEFA'nın dosyada adı geçen diğer takımlar BJK ve Trabzonspor'u neden kupalardan ihraç etmediğiydi. Burada yaptığım çıkarım, TFF'nin şike operasyonunda bariz suç unsuruna rastlanan kulübün FB olduğunu kamuoyundan gizlemiş olma ihtimali. Yukarıda belirttiğim gibi FB'nin ligden düşürülmesi sonucunda ortaya çıkacak olan mali düşüşün diğer Anadolu kulüplerini ve tabi ki yayıncı kuruluşu etkilememesi için böyle bir örtbas olayına yöneldirler. Lakin UEFA, eğer ortada TS ve BJK ile ilgili somut deliller olsaydı, sadece FB aleyhine kararlar vermezdi. Demek şike ile ilgisi olan tek takım Fenerbahçe.

Bir diğer konu ise fikstür konusu. Fikstür çekimlerine dikkat edince özellikle ligin son 4 haftası derbiler dikkatimizi çekiyor. Zaten play-off uygulamasıyla voliyi vurması sağlanan Digitürk'e, bir de derbilerin play-off öncesi son haftalara dağıtılmasıyla Türk futbolu resmen peşkeş çekilmiştir. Bir fikstür çekimi düşünün ki yayıncı kuruluşun binasında olsun. Nerede görülmüş peşkeşin böylesi? İşte Türk futbolunun marka değeri... Bundan sonra digitürk alan, olan kutusunu iade etmeyen Türk futboluna bir balta vurmuş sayılır.

21 Ağustos 2011 Pazar

TFF, Digiturk ve Bir Play-Off Masalı



Bugünlerde Türk futbolunda şike operasyonunun biraz önüne geçen play-off usulünün uygulanması gündemde. Federasyon kulüplere yeni uygulamanın tanıtımını yaptı. Bu uygulamayla TFF, yanına kulüpler birliği ve yayıncı kuruluş Digiturk'ü de çekerek şike gündemini değiştirmeye çalışıyor. Olası bir küme düşürme olayında yaptığı tüm yatırımlardan olacağı için tutuşan Digiturk, federasyona baskı yaparak FB ve BJK'nin düşürülmemesi için üst düzey bir kulis girişimine başladı. Burdaki amaç Avrupa'nın 2.sınıf liglerinde (Belçika-Yunanistan vs.) uygulamada olan play-off usulüyle lig haricinde play-off'ta oynayacak olan muhtemel derbilerle kazancını ikiye katlamaktır.

Kulüpler birliğindeki Anadolu kulüpleri de yayın gelirlerinden elde ettikleri pastada azalma olacağından küme düşürme ve şike konularının üstünün kapatılmasına 3 günden razı haldeler. Hepsi ortaya çıktıkları zaman Türk futbolunun marka değeri mavallarını okuyorlar ama hepimiz biliyoruz ki hepsi kasalarına girecek olan milyonların peşindeler. Kimsenin Türk futbolunu düşündüğü falan yok elbette. Bu konuda İlhan Cavcav o kadar ileri gitmiş bir vaziyette ki Galatasaray'ın kulüpler birliğinden ihracını istiyor. Galatasaray gibi bir kulübün kulüpler birliğine ihtiyacı elbette yoktur.

Şu an TFF'ye karşı tepki gösteren sadece Galatasaray ve Trabzonspor var. Adalet isteyen bu iki kulübe karşı ise, birleşmiş ve sadece ceplerini düşünen futbol katilleri var. Onu bunu bilmem ama eğer şikeyle ilgili herhangi bir karar alınmadan ligler başlarsa kimse bana temiz ligden bahsetmesin.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Yeni Sezon Formalarımız



Yeni bir sezon ,yeni bir hoca,yeni yönetim ve son olarak da yeni sezonun yepyeni formaları..

Aslında bu yazıda uzun uzadıya formalara hayran kaldım;formalar şöyle estetik ,şöyle albenili;iyi ki Nike forma sponsorumuz oldu demek isterdim ama durum hiç de öyle değil maalesef.Öncelikle forma lansmanımız gayet başarılı bir şekilde gerçekleşti.Hatta bugüne kadar olanların en iyisi diyebilirim.Formaları sadece futbolcularımızın üzerinde görmek bence çok olumluydu.Ayrıca futbolcuların duracakları noktalar,futbolcuların başarılı bir şekilde yürüyüşleri lansmanı görsel açıdan oldukça zenginleştirdi.Melih Gümüşbıçak'ın sunucu olarak seçilmesi kafamda soru işaretleri bıraksa da bence lansman oldukça başarılıydı.


Ancak aynı olumlu görüşleri formalar için söylemek oldukça zor.Parçalı,siyah,sarı formalar eminim ki birçoğumuzu tatmin etmedi.Parçalı olmazsa olmazımız ve üçlünün en iyisi.Ancak daha iyi parçalılarımız oldu ve bu parçalı fark yaratmalıydı bence.Geri dönüşümden yapılan sarı forma 93 senesinden sonra bir ilk bizim için .Altta kırmızı şort olsa daha iyi olacaktır bu formada da.Siyah forma ise kısadan söylemek gerekirse felaket.Neden siyah forma yapıldı,kim bu formayı seve seve alır cidden merak ediyorum.


Sonuç olaram mor,mercan.krem felaketlerinden sonra şimdilik üç yeni forma ve beklentilerin karşılanamaması.Sezon içinde eminim ki yeni formalar olacaktır ,olmalıdır da.Ama ne olursa olsun her taraftar forma almalı.İşte o yüzden de olmasa da tercihim parçalı.Bunca senedir parçalıya yüklenmiş biri olarak da alacağım forma da sarı.

Dip Not:Galatasaray Store'lar artık Nike Galatasaray Store olacakmış.Neden böyle düşünüldü,ne hedeflendi merak ediyorum açıkçası...

27 Haziran 2011 Pazartesi

Gökhan Zan'la Sözleşme Uzatmak

Gökhan Zan'ın, geldiği günden beri Galatasaray taraftarları olarak gelişinin yanlışlığını yeterince sorguladık sanırım. Yeri geldi yönetimi suçladık, yeri geldi onu bu takımda tutan ve/veya gönderilmesi yönünde herhangi bir rapor bile vermeyen teknik direktörleri suçladık. Fiyaskoyla sonuçlanan bir sezonun ardından, değişen yönetim ve teknik kadrodan sonra Gökhan Zan, M.Sarp, Ayhan gibi adamlardan kurtuluruz diye düşünürken bugün resmi siteden "Gökhan Zan'ın Sözleşmesi Uzatıldı" haberini okuyunca bu sezonla ilgili büyük olmayan umutlarım konusunda şüpheye düştüm açıkçası. Bu konuda söyleyeceklerimizi söyledik zamanında. Bu konuda twitter'da yazılanlarda birtakım geyiklerle birlikte, eleştiri ve övgüler de var. Sezon içerisinde bekleyip göreceğiz tabi ki ama benim Gökhan Zan'a ve -bu politikayla devam ederlerse- yönetime güvenim hiç ama hiç yok. Neyse, twitter diyorduk...

"Gökhan Zan'ın tedavisine 3 yıl daha Galatasaray'da devam edileceği resmi siteden açıklandı." - Zaytungnews

"SON DAKİKA: Galatasaray'la 3 yıllık sözleşme yenileyen Gökhan Zan'ın imza töreninden sonra yöneticilerle tokalaşırken omzu çıktı. :)" Fazıl Ünverdi (funverdi)

"Galatasaray sezonun ilk idmanında. önde koşan ikili gökhan zan ve ayhan akman. arkadan sarp geliyor. şimdiden darlandım." Kanat Atkaya

"Saglam bir Gökhan Zan iş yapar diye başlayan cümle fakat ile devam eder." Bülent Timurlenk (timblnt)

"Gökhan Zan alacağı parada indirime gidip sözleşmesini uzatmış. Hesap ettim, beş sezon sonra üste para almaya başlarız." _ich

"Gökhan Zan'a yıllık 700 bin euro vermek nedir lan? ben de bütün maçları evden izliyorum bana niye vermiyosunuz o parayı?" s_plus_b

"Gökhan Zan'ın ücretinin düşürülerek sözleşmesinin uzatılması da iyi olmuş. Yabancı stoper alıp Servet'i satarım ben olsam." M.Can Mutlu (mcanmutlu)

"Gökhan Zan 30 yaşında. Neden 1+1 yıllık, hadi hiç olmadı neden 2 yıllık imzalamıyorsun. 3 senenin mantığı ne arkadaş?" Sinan Yılmaz (sinanyyilmaz)

"Gökhan Zan'ın sakatlık problemi olduğuna katılıyorum ama bana göre Servet'den daha iyi bir stoper..Bakarsınız bu sene Fatih hocayla tutar.." Futbol_5

"Gökhan Zan fiyata/kazanca gore yapilabilecek iyi transferlerden, Ujfalusi, sağlıklı Gokhan Zan seneye ilk tercih olmalı defansta." kapaliust


7 Haziran 2011 Salı

Taffarel ve Galatasaray Kalesi

Fatih Terim'in takımın başına getirilmesinin ardından yardımcıları konusunda ilk etapta net bir açıklama yapılmamıştı. Terim'in her zaman kendisine biat edecek antrenörlerle çalıştığını düşünürsek -açıkçası- kaleci antrenörü haricinde, acaba yardımcıları kim olur diye düşünmedim bile.

Kaleci antrenörünün önemli olmasının sebebi ise özellikle Mondragon'un ayrılmasından sonra kaleci konusunda bir türlü istikrarı yakalayamamış olmamızdı. Mondragon'un en önemli özelliği istikrarlı bir kaleci olmasıydı. 2005-2006 sezonunda tüm lig maçlarında kaleyi koruyan ve 34 maçta 34 gol yiyen Mondragon için bu istatistik oldukça önemli bir ölçüt sayılabilir. Kaleci probleminin esas sebebini sadece kalecilerimizin yeteneksizliğine bağlamak yanlış olur. Yenilen goller tabi ki defans kurgumuzun da problemli olmasından kaynaklanıyordu ancak yerli kalecilerimizin kendine güvensizliklerine bir de baskı faktörü eklenince başarılı olamadılar. Fakat hiçbiri çıkıp da "Yerli kalecilere şans verilmiyor" edebiyatı yapamazlar. Mondragon'un ayrılmasıyla kaleyi yerli kalecilere teslim ettik ancak verim alınamayınca son 3 sezondur yabancı kalecileri denemekteyiz. Bu kadar sık kaleci değiştirdikten sonra hala kaleci antrenörü olarak Nezihi Boloğlu'nu takımda bulundurmak ne kadar doğruydu peki? Galatasaray'ın belki de en kötü kalecileri arasında yer alan Hayrettin Demirbaş'ın bile yedeği olan Nezihi'den kaleci yetiştirmesini beklemek ne kadar doğrudur? Son 6 sezondaki kalecilerimiz ve yedikleri gol sayıları şu şekilde;

2010-2011 - Ufuk, Aykut, Zapata 46 gol
2009-2010 - Aykut, Ufuk, Leo Franco 35 gol

2008-2009 - Aykut, Sanctis, Orkun 39

2007-2008 - Aykut, Orkun, Fırat 23 gol
2006-2007 - Mondragon, Aykut, Fevzi 37 gol
2005-2006 - Mondragon 34 maçta 34 gol

Taffarel'in yeni sezonda kaleci antrenörümüz olması beni inanılmaz mutlu etti. Zira sezon içinde kalecilerle ilgili yazdığımız yazılarda da Nezihi'nin yetersizliği ve Taffarel'in göreve getirilmesi konusunu dile getirmiştik. Taffarel'in göreve gelmesi kalecilerimiz için de büyük bir şans. Eğer böyle bir değerin kıymetini bilirlerse kalecilerimizin en büyük zaaflarından olan geri pas karşılama, topu oyuna sokma, oyuna dahil olma, konsantrasyon, refleks gibi bir kalecide olması gereken temel özellikleri geliştirebilecekleri ender insanlardan birisidir Taffarel. Önümüzdeki sezonda artık kalemize çekilen şutlarda rahat nefes alabilmek istiyoruz. Umuyoruz ki Taffarel kalecilerimize -özellikle Ufuk Ceylan'a- çok şey katabilir.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Geri Dönüş (21 Yıl Sonra Gelen Final)


9 Aralık’ta yazdığım son yazı benim için buruk bir veda gibiydi adeta. Futbol takımımız ciddi anlamda ümit vermiyor, yönetimsel hatalar hepimizin canını sıkıyor ve ciddi anlamda bizleri karamsarlığa itiyordu. Kendi adıma da beş ay ne olduğu bilmediğim bir dünyaya gidiyordum ve türlü tatsız durumun beni bekliyor olabileceği olası idi.

Ama bugün her şey farklı. Vatan borcundan çok komutanların ego tatmin yeri olan askerlik benim için acısı ve tatlısı ile sona erdi. Kabuslar yaşadığımız, bitmesini dört gözle beklediğimiz sezon bitti ve daha da önemlisi Galatasaray artık emin ellerin yönetiminde.

Ünal Aysal yönetimi ve Fatih Terim’in tekrardan dönüşü ile ilgili olumlu birçok yazı elbet yazılmalı ve yazılacak bu satırlarda; ancak bugün için en önemli şey 21 yıl sonra gelen final…

Bu sene gururumuz olan Galatasaray Cafe Crown 21 yıl sonra finalde ve hedef artık şampiyonluk İşte bu yazıda da final öncesi basketbol takımımızın neler yapmasına dair analizler olacak.

Her ne kadar askerlik dolayısı ile çok yakından takip edemesem de şampiyonluk için bugüne kadarki performansımız ciddi anlamda umut verici. Kısa kısa analizlere başlayalım.


Final öncesi Rancik’in ameliyat olması bizim için ciddi handikap olacak. Uzun rotasyonu açısından Kaya, May, Lavrinoviç, Oğuz gibi uzunlara karşı rotasyona Rancik giremeyecek ve diğer uzunlarımızın faul problemine girdiği periyotlar bizim için çok zorlu geçecek. Sertaç da böyle bir finalde bir alternatif ne kadar olur soru işareti olduğundan bu dakikalarda 4 kısalı savunmamız alternatif bir yol olarak düşünülebilinir. Uzunlara potaya yakın yerlerde top aldırmayacak bir savunma bu handikabımızı ortadan kaldırabilir.

Johnson’ın performansı da maçların belirleyici faktörü olacak. Ömer ile savunulacak Johnson kimi maçlarda olduğu gibi dağılıp giderse final maçları bizim için çok zor geçer. Ancak Banvit serisinin son maçının ilk periyotundaki Johnson takımın en önemli hücum gücü olur ki bu diğer dış oyuncularımızı da oldukça rahatlatır.

Tutku, Shumpert, Ermal, Caner, Haluk, Andriç bu senenin flaş isimleri ve onların takıma verdiği katkı sene boyunca takımı bir adım öteye götürdü. Evren ve Shipp ise daha çok katkılar verebilir ki onlardan gelebilecek ekstra katkılar maçların skorlarına direk olumlu etkiler verir.

Rakibin sezonu bizden önde tamamlaması onlara saha avantajı verecek. Bunu tıpkı Banvit serisinde olduğu gibi ilk iki maçta alabileceğimiz en az bir galibiyet ile lehimize çevirebiliriz. Elbette ki rakip Banvit değil; ancak saha avantajını lehimize çevirmek bizim elimizde.


Sonuç olarak bizim ana karakterimiz olan savunma sertliği her maçın en az 35 dakikası devam etmeli. Çünkü savunma ciddi anlamda bizim karakterimiz ve olmazsa olmazımız. Güçlü savunmamızdan asla taviz vermemeliyiz ki bu da hücumlarımızı direk etkileyecektir. Bizim iç saha maçlarımızda arkamızda hissedeceğimiz taraftar desteği ilk iki maçta onlarında yanında olacak. Bu yüzden hakemlerin vereceği kararlar da çok önemli. Atmosferden etkilenen hakemler bayanların serisindeki gibi bizi negatif olarak etkilememeli. Bunun içinde yeni yönetim, hocamız ve Üstünberk bu işi gerekirse kuralına göre oynamalı.

Tüm bunların ışığında tüm oyuncularımıza sonsuz başarılar. Oktay Mahmudi ve basketbolcularımız bu sene bizi gerçekten çok mutlu etti. İnşallah da bu serinin ardından kalplerimize kazınacaklar!

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Düş Artık Yakamızdan Servet!


İki gün önceki idmanda birbirlerine sert giren Servet ve Cem Sultan arasında, sertlik yarı kavgaya dönüşerek alevlenmiş; idman sonrasında Cem Sultan özür dilemek için Servet'in yanına gittiğinde ise Servet'ten tokat yemişti.Bu konuyla ilgili yazmadan önce değinmek istediğim başka noktalar var.

Bu sezon takımın geldiği noktanın en büyük sorumlusu elbette futbolculardır.Daha doğrusu ellerine verilen (nasıl verildiyse artık) lisanslarından dolayı futbolcu olarak nitelendirmek zorunda kaldığımız; zerre karaktere sahip olmayan, taşıdıkları formanın asaletini bir türlü kavrayamayan bir güruhtan bahsediyorum.Sahada takım arkadaşına küfür etmek, maç sonu hocanın arkasından konuşmak, gol atıp taraftara el-kol yapmak, yenilgiler sonra lakayıtlıkta sınır tanımamak, takım arkadaşı diğer takım oyuncuları tarafından itilip kakılırken olaylara seyirci kalmak... Bütün bunları ömrüm boyunca aynı sezon içerisinde Galatasaray'da görmemiştim.Hatta 2 tanesini bile aynı sezonda görmemiştim.

Yukarıda yazdıklarımı Servet ve Cem Sultan olayından yola çıkarak yazmış olmam, söylediklerimin sadece Servet'e olduğu kanaatini uyandırmasın.Galatasaray'da Servet ve muadillerini (Barış, Mustafa Sarp, Gökhan Zan) görmek istemiyoruz.Sezon öncesi ve sezon içinde yazdığımız her maç analizi yazısında genç oyuncuların oynatılmasını, onlara şans verilmesi gerektiğini ve hatta genç takımla oynarsak zaten bu takım kadar olacağını anlata anlata bitirememiştik.Şimdi ise Servet şerefsizi çıkıyor, önümüzdeki yıllar için belki de en büyük potansiyele sahip oyuncularımızdan Cem Sultan'ı resmen dövüyor.Bu konuda söylenmesi gerek ne varsa, Cem Sultan hepsini twitter hesabından söylemiş zaten.Cem Sultan'ın yazdıklarını biz de yıl içerisinde defalarca söylemiştik.Sağolsun Cem Sultan,kendimizi yineletmedi bizlere.

İşte Cem Sultan'ın twitter hesabında yazdıkları;


Ve antrenmanda başlayan olaylar;






Video ve Fotoğraf: FCN Blog, Kolektifutbol, Medyaspor

19 Nisan 2011 Salı

Arda Turan ve Forma Üzerine


Galatasaray'ın kaptanı olarak Arda Turan'ın ne kadar doğru veya yanlış bir seçim olduğu konusunda fikir belirtmek istemiyorum. Bu konuda gerekenleri söyledim zaten evvelce. Arda Turan'la ilgili 2 yıldır basında çıkan haberler zaten Galatasaray'ın da şu an içinde bulunduğu çıkmazın özetinden başka bir şey değil. Hem yönetim hem futbolcular saha içinden başka her yerde görünmeye, saha içi veya soyunma odasından başka her yere yatırım yapmaya başladıklarından beri Galatasaray'ın hali ortada. Bu dönem zaten Arda'nın kaptan ilan edilmesine tekabül ediyor. Kaldı ki bu bile tamamen basına oynamanın bir göstergesiydi. Arda'nın bunu kaldırıp kaldıramayacağı konusunda kimsenin bir fikri olduğunu sanmıyorum.

Forma ve küfür olayı ise neredeyse tüm Galatasaray taraftarlarının katıldığı bir fikir olmuştur. Hatta abartmadan söyleyebilirim ki taraftarların %99'u formayı gördüğünde "Bu ne a.k yaaaa" tepkisinin aynısını vermiştir. Forma konusunda Arda'nın söylediklerine katılmamak elde değil. Arda'nın ertesi gün maçı olmasına rağmen gecenin bir yarısı telefona bağlatılması da ayrı bir trajedidir Galatasaray adına. O bağlantıda söylediği çok önemli bir söz var;

"Hepimiz tv karşısında ropörtaj verirken başka dille, kendi aramızda konuşurken başka dille konuşuruz, bu böyledir. Siz orada tv programından sonra bu şekilde mi konuşuyorsunuz?"

Türkiye'nin son yıllarda çıkardığı en büyük yetenek olarak gösterilen bir futbolcunun devletin kanalında hiç edilmeye çalışılmasına karşı Galatasaray yönetimin günlerce sessiz kalması da her şeyin ne kadar pisliğin içinde olduğunun en büyük kanıtı.

Son olarak Arda'nın bugüne kadar hakkında çıkan spekülasyonlara tv'ye çıkıp karşılık vermek yerine dün gece yaptığı gibi sahada karşılık vermesi gerekirdi. Ne zaman hakkında bir şey çıksa ona buna veya taraftara küsüp performansını düşürürsen, bitersin. Eğer Avrupa'ya da gideceksen bunu öğrenmen lazım Arda. Umuyoruz ki Arda bunu alışkanlık haline getirsin. O zaman gitsen de arkandayız sipsi.

7 Nisan 2011 Perşembe

Nerde Kalmıştık?


Blogger.com'a erişimin engellenmesi,yoğun geçen bir iş süreci ve bu süreç içerisinde Galatasaray'da olan biteni sürekli geriden takip etmiş olmam gibi sebeplerden dolayı blogu uzun süredir boş bırakmıştım.Hatta sağolsunlar takip eden arkadaşlarımızdan gerek twitter,gerek gmail üzerinden "Artık yazmayacak mısınız?" şeklinde sorular aldık.Bloga atılan son post'un 2 şubatta olduğunu düşünürsek,ben de son post'u 2 şubatta yazılmış ve 2 aydır semtine uğranmamış olan bir blog için böyle düşünebilirdim.Lakin eskisi gibi sık olmasa da,haftada bir yazı yazmaya özen göstereceğimi söylemem gerek.Mayıs ayının ortasında Erdem kardeşimin askerliğini tamamlayıp aramıza dönmesinden sonra zaten daha sık yazılara rastlayacaksınız.

Esasında bütün bunların sebepleri altında Galatasaray'ın içinde bulunduğu durum yatıyor.Biz artık Galatasaray'la ilgili söyleyeceklerimizi sonuna kadar ve defalarca söyledik.Yapılan yanlışlar stabildi ve bunu herkes görebiliyordu.Nitekim bunları kelime oyunlarıyla farklı şekillerde temcit pilavı gibi insanların önüne sürmek de bizim yapacağımız bir şey değil.Kısacası,bloga yaz(a)mamamızın sebebi olarak yazının başında söylediklerimin yanında bu şartlar da olayın tuzu,biberi,çeşnisi oldu diyebilirim.Önümüzdeki sezon konusunda ne olur bilmem ama ne olması gerektiği konusunda çok şey söyledik zaten.Merak edenler eski post'lara göz atabilir.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails