5 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Parkı ve Yaşanan Sürecin Getirdikleri




Taksim Gezi Parkı’nda bir grup aktivist ve duyarlı çevre dostunun başlattığı, ülke tarihinin en önemli sivil itaatsizlik ve kitlesel eylemlerinin kaynağını oluşturduğu olaylar bir süredir ülke gündeminin en önemli meselesi olarak varlığını sürdürmekte. Elbette ki bu satırların genel içeriğinde, her zaman için hayatımızın anlamı saydığımız Galatasaray ve onun uzantısı analizler, takımımıza olan aşkı satırlara dökmek var ; ancak ülke tarihinde görülmemiş bu kitlesel eylem hakkında da bir şeyler söylemek gereği duyduğumuzdan düşüncelerimizi satırlara dökmek istedik.

Evet, Taksim Gezi Parkı, ülke çapında kitlesel duyarlılığı, demokrasi arayışını tekrardan kitlelerin aklına, vicdanına soktu; ama bu duyarlılık ne yazık ki ülkemizin aynası olan şiddet unsuru eylemlerin ardından akıl ve vicdanlara girdi. Gezi Parkı’nın doğasınca kalmasını isteyen aktivistler, ne yazık ki son dönemde birçok insanı vicdani olarak, fiziksel olarak yaralayan, isyan ettiren polis gazı ve orantısız güç kullanımına maruz kaldı. Bundan önce toplumsal olaylarda ve taraftarlar üzerinde sıkça karşı karşıya kalınan bu şiddetvari görüntü ve eylemler, insanların vicdan ve akıl eşiklerinin sınırlarını son olarak Taksim Gezi Parkı’nda zorladı ve kitlesel bir duruş hareketi de başlamış oldu.


Bilinmesi gerekir ki; demokratik ülkelerde eylem yapmak, sosyal olaylara karşı tepki vermek, huzur ve güven ortamını bozacak her türlü olaya karşı koymak vatandaşların en doğal hakkıdır. Bu hakta bizim gibi anayasal yönetimlerin olduğu ülkelerde sonuna kadar meşrudur. Hakkını anayasadan almış bireylerin bu eylem hakkını da kimsenin alması doğru değilken;  maalesef ki insanlar şiddet ile karşı karşıya kalmıştır.
Taksim Gezi Parkı eylemleri sonuna kadar doğrudur ve milyonların vicdanı ve özgür iradesi onlarladır; ancak…

Ancak ilk günden sonra yaşanan ve yaşatılmak istenenler noktasında ne yazık ki yanlışlıklar ve bilinçsiz eylemler söz konusudur. Olay meşru bir kitlesel eylem iken, ne yazık ki sokaklara taşınmış; sokaklar şiddetini arttıran polisler ve marjinal eylemlerinin içine halkı katmak isteyen grupların çarpışma alanına dönüşmüş ve amacı hak aramak olan kitleler de bu olaya dahil edilmiştir. Ve yine kitlesel hak arama mottolu bu eylemler iktidar cephesince de yeterince yorumlanamamış, amacı salt olarak hak arama olan insanların hassasiyetlerine sırt çevrilmiştir.

Olayı daha derinden ve tarafların yapabilecekleri açısından değerlendirmek gerekirse, iktidar ve başbakan olayı maalesef ki doğru yorumlayamadı. Taksim Gezi Parkı’nda Avm yapılması ve ağaçların tahribatı konusunda acil eylem planları halkın genel isteği tarafınca yorumlanamadı. Halbuki bugüne kadar yaşanmamış bu kitlesel eylem, anti-iktidar yanlılarının değil, genel kamuoyu ve iktidar sempatizanlarının da vicdanlarını yaralamıştı. Şiddetvari eylem ve orantısız güç kullanımı tüm kamuoyunun tepkisini toplamıştı; ancak hiçbir şekilde ‘ben yaptım, doğrudur’ algısından geri adım atılmadı ve sokaklardaki şiddet önlenemez bir hal aldı. Oy vermiş yüzde 50’nin sokakları çıkması tehditi ile aba altından sopa gösterildi. Orantısız güç kullanan polislere duyarsız kalındı.

İlk günden itibaren olaya hassas duyarlı insanlar, Gezi Parkı tekrardan açıldıktan sonra,  Bölge İdari Mahkemesi, Taksim Topçu Kışlası projesine karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verdikten sonra amacına şimdilik de olsa ulaşmış onlarca insan, bu haklı eylemi marjinal gruplardan ayrı bir çerçeve de tutamadı. ‘Occupygezi’ hashtagi ile sesler dünyaya kendi ülkesinde gezi işgali yapar gibi gösterildi. Halbuki hak arama mücadelesi vardı orada işgal yoktu. Yine sosyal medya üzerinden şiddete karşı çıkarken, şiddet dolu mesajlar atıldı. Marjinal gruplar sokakları savaş alanına çevirirken, olay tamamen bir iktidarla hesaplaşma mücadelesine döndü. Eylemlerin içine şiddet karışırken haklı olan gruplar ne yazık ki kendilerini haksız düşürecek durumlara düştüler.

Kitleler iktidardan memnun değilse bunu sokaklara çıkarak göstermesi  suç mudur sorusu bu noktada sorulabilir. Elbette ki sokakları doldurmak, Türk bayraklarını çıkartmak, kitlesel olarak eylemler yapmak haktır; ancak eğer içimizde birazcık da olsa demokrasi inancı varsa; demokrasilerin sınavları seçimlerle verilir. Eğer ki kitleler bugün doğa için değil de iktidar için sokaklardaysa; bu sokaklara çıkış da ‘sivil direniş’ ismi ile lanse ediliyorsa birkaç noktanın altını çizmek de fayda var diye düşünüyorum. Direnişlerin liderleri olmak zorunda değil midir?  Yine iktidar bugünkü oy potansiyeline ulaşırken, bu tarz sokaklara çıkış ve ‘Demokrasi Mitingleri’ iktidarın lehine mi aleyhine mi olmuştur? Mevcut durumdaki marjinal gruplar, hala sokaktayken ve sokaklardaki varlıkları hali hazırda devam ederken sokakları bugün onlarla paylaşmak, sosyal medyadan uzak Anadolu halkından ne kadar olumlu tepki görür? Seçimlere on ay kala merkez sağ ve sol oyları bu kitlesel harekete rağmen, acaba başka bir muhalefet partisinde toplanabilir mi, bunu toplayacak bir lider mevcut mudur? Yine seçimlere on ay kala bugün sokaklarda olan muhalefet iç dinamiklerinde seçmenini ve kendi dışındaki seçmeni kendi çatısı altında nasıl toplayabilecektir?

Bu soruları uzatmak mümkün ve anlamlandırmak da insanların aklında ve düşüncelerinde saklı elbette. O yüzden de olay eğer iktidar ile hesaplaşma ise artık sokaklardan çekilme ve marjinal grupların amaçlarına oyun olmama vaktidir. Demokrasi hak arama ile olur; yanlış bile yapsa polis ile çatışmak, şiddeti sokaklarda devam ettirmek yanlıştır ve hak arama amacı, amacından sapar. 

Karşılıklı olarak iktidarıyla, muhalefetiyle bugün yaşanan süreç aklı-selim bir şekilde çözülmelidir. Darbelerden çekmiş, sıkı yönetimler yaşamış, yanı başında Arap Baharı’nı yaşamış bu ülke insanı ve iktidarı, dersler çıkartmalı bir an evvel kendine çeki düzen vermelidir. Huzuru, barışı isteyen milyonlarca Türk vatandaşı, sadece ama sadece bunu istemektedir. Ve ne olursa olsun aklı-selim insanlar sonunda kazanacaktır. Her şeyin en güzel şekilde çözülmesi dileğiyle. Var olsun Taksim Gezi Parkı ve tüm doğa...

2 yorum:

  1. Gerçek hayattan bir örnekle anlatmak istiyorum. Ukrayna'da 2 polis bir kadına tecavüz etti ve mahkemede bu polislerden biri serbest kaldı. Diğeri de ufak bi ceza aldı. Bu olay böylece bitti denilirken kasabada halk karakola taşlarla sopalarla ateşlerle saldırdı. Konu sadece bir kadına tecavüz değil, yıllardır süren tacizler kaçırmalar, rahatsız etmeler, laf atmalardı artık. Polis bu defa kendini korumak için gaz kullandı. Bunun sonunda örtbasa karışan savcı ve emniyet amiri işlerinden alındı.

    Kasaba halkı sandıkta hesabını sorarız diyerek bekleyebilirdi denebilir bu durumda. Oysa konu sadece tecavüz değildi, yıllardır süren bir taciz yüzünden halk sınırı aşmıştı. (Sınırı aşıp karakolu yaktılar yıktılar) Aynı şekilde hesap sandıkta sorulabilir dediğin gibi. İşte insanlar iradelerini ''bekletmeme'' hakkını kullandı. Hayatımızı skmelerinin hesabını üç beş ağaç üzerinden sorduk. Benim ne zaman üreyeceğimden tut, ne zaman karnımdaki embriyoyu aldırabileceğime, aldırmazsam ameliyatla mı ıkınarak mı doğuracağıma kadar HER konu üzerinde fikir belirten bir otorite var, konu o kıvılcımı çakan şeyi aşar her zaman.

    Seçimden seçime irade kullanalım diyorsun ama demokrasi insan iradesinin seçimler arası askıya alındığı bir sistem değil. Temsil hakkını verdikten sonra asla müdahale edemezsin diye birşey yok. Mesela Kadir Topbaş doğru bir yönetim tekniğiyle ''bu karar hakkında insanların fikri yeterince alınmadı'' dedi. Bu demokratik bir yaklaşımdı. ''Her şey sorulmaz öyle, bazı şeyler sorulmadan yapılır'' dedi başbakanımız, bu da gördüğün gibi gerçekçi olmayan bir yaklaşım.

    Düşün bi yazı yazıyorsun bu yorumu 1 saniyede görüceksin, böyle bir iletişim zamanındayız. 17. yüzyılda halka fikrini sormak zor olabilir de şimdi değil, köprünün adını Mimar Sinan mı yapalım Yavuz mu yapalım diye bi sorulabilir.

    YanıtlaSil
  2. ya 3 4 tane bedavacının yüzünden bu haldeyiz.

    YanıtlaSil