21 Eylül 2011 Çarşamba

Jupp Derwall: Türk Futbolunun Seyrini Değiştiren Adam



1980‘li yılların Türk futbolunu bizden büyük ağabeylerimiz birebir yaşarken; bir üst jenerasyon olan bizler de bolca okuyarak, onlardan dinleyerek futbolumuzun o günlerine tanıklık ettik. Hikayemizin özü de toprak sahalardan kötü sahalara yapılan müsabakalar, şerefli mağlubiyetler ile kendine kimlik arayan bir futbol ülkesinin, bir Alman’ın, tarihinin her döneminde kendine vizyonlar ve misyonlar belirlemiş bir kulübe gelmesi ile baştan değişmesi idi. Şimdi anlatırken bile tüyleri diken diken edecek destansı bir hikaye idi bu hikaye aslında. Evet, bu hikaye Galatasaray’ın ve Derwall’in yollarının kesişmesiyle koskoca bir ülkenin kaderinin futbol ile nasıl değişebileceğinin hikayesi.

Pazartesi günü anılacak olan Derwall için resmi sitemizde dolu dolu bir yazı kaleme alınmış. Okuyanlar okumayanlara okutmalı bence bu yazıyı. O kadar güzel anlatılmış ki bu hikaye inanıyorum ki o günleri yaşayanlar bu hikayeyi okuduğunda o günler tekrardan dönüp bambaşka yerlere gidecekler. Benim ise bu yazı ile ilgili en önemli bulduğum nokta; kendine kimlik arayan yeni dönem Galatasaray taraftarının Galatasaray’ın nerelerden nerelere geldiğini görüp en büyük özelliğimizin değerlerimize sahip çıkmamız olduğunu anlamaya çalışması olmasının gerekliliğidir.


Yönetimler, oyuncular, kişiler hatta taraftarlar değişse bile, Galatasaraylı olarak tek değiştirmememiz gereken özelliğimiz, bu kulübün nerelerden nerelere, nasıl geldiğini hiç ama hiç unutmamak olmalı. Bugün farklı yollarda Galatasaraylılığı yaşayan değerlerine önem vermeyen yeni nesil taraftarımız neleri yaşayarak buralara geldiğimizi anlamalı. Bugün Karabük ile maçımız var, takım oturmamış, eski hücum futbolumuzu mumla arar olmuşuz hiç ama hiç umurumda değil dünden itibaren. Resmi sitemizde okuduğum ve kaleme alan kişiyi ayakta alkışladığım Derwall yazısı beni tekrardan o günlere götürdü. Neden Galatasaraylı olduğumu tekrar hatırlattı. Orada uzunca bir yazı var ve satırı satırına okunmalı; ancak bana kalırsa en önemli yeri aşağıdaki satırlar. Umarım herkes bu yazıyı okur ve kendince dersler çıkartabilir kendine. Tekrardan verdiğin her ama her şey için sonsuz teşekkürler Derwall. Daima çok ama çok farklı yerlerde olacaksın gönlümüzde.


Derwall Galatasaray’ın teknik direktörü oluyor
Nasıl bir ortamda çalışacağını görmek bir teknik direktörün en doğal hakkıdır şüphesiz ki. Bu yüzden Derwall de ilk olarak o yıllarda henüz çok yeni olan Florya tesislerine gider. Ancak tesislere adımını atan Derwall daha ilk etapta gördüğü eksiklikleri sıralayarak ve bu eksikliklerin bir an önce giderilmesini talep ederek işe başlar. Bu eksikliklerin başında da toprak haldeki antrenman sahası ve bir kondisyon merkezinin olmayışı gelmektedir. Bunlar Derwall’in Galatasaray’da çalışmak için olmazsa olmaz koşullarıydı. Çünkü kendi ifadesiyle, çim sahada çalışmayan ve dolayısıyla da maçlarını toprak çim karışımı berbat sahalarda oynayan Türk futbolcular, modern futbolun birçok fundamental özelliğini bilmiyor ya da bilseler de uygulayamıyorlardı. Örneğin çim sahada çalışıp, oynayamadıklarından ötürü kayarak ayağa müdahale yapmayı bilmiyorlardı. Üstelik yurt dışında oynadıkları maçlarda bu tarz müdahaleler ile karşılaşınca da hem şaşırıyor, hem de sinirleniyorlardı.


Bütün bunları aşmak gerekiyordu. Yönetim Derwall’in çim antrenman sahası konusundaki ısrarını görünce, anlaşmayı sağlayabilmek için evet diyecekti. Bu evet belki ilk anda küçük bir çim saha için onay anlamına gelse de, ileriki yıllarda sonuçları görüldüğünde yapılan bu işin sanıldığından da büyük bir etkiye sahip olduğu görülecekti. Yapılan görüşmeler sonunda iki tarafta karşılıklı olarak birbirlerinin koşullarını kabul edeceklerdi. Derwall, aylık bir milyon lira maaş, araba ve Ayaspaşa semtinde bir ev karşılığında Galatasaray’a imzayı atacaktı. Kendisine anlaşma gereği ayrıca şampiyon olması halinde prim de verilecektir.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Gaziantep’te Maç İzlemek Sadece 1.25 TL


Her zaman için Galatasaray sevdam, aşkım her şeyin ve her durumun üstünde ama bu sezon başı itibariyle Gaziantepspor'da göreve başladım. Görevim Süper Lig’in köklü ama seyirci yönünden daima gerilerde kalmış kulubü Gaziantepspor’un taraftar organizasyonunu düzenlemek ve takımın daha coşkulu ve dolu tribünlere oynamasını sağlamak.

2001 yılı Gaziantepspor’un şahlandığı ve Anadolu’dan şampiyon çıkmaz tabusunu yıkmaya çok yaklaştığı sene... Bugünlerde yaşanan seyirci probleminin temeli de o günlere dayanmakta. İlk yarısı 3-0 biten maç ikinci yarı türlü saçmalıklarla Rapaiç’in slalom yaparak attığı golle 4-3 bitiyor ve Gaziantep şehrinin futbol kaderi de belki o gün baştan sona tekrardan yazılıyor. Bugün Gaziantep’e geldiğinizde hala o maça yanan taraftarlar mevcut. Ayrıca kulüp tarihinde kupa kazanılmaması da halkın içinde derin bir yara. İşte bu nedenlerden dolayı Gaziantep iddialı kadrolar kurmasına, yönetimsel bazda önemli hamleler yapmasına rağmen seyirci anlamında bir türlü gereken desteği alamayan bir kulüp. Son senelerde Tabata-Karcemarskas-Danny-Cenk Tosun-İsmail Sosa gibi futbolcuları ülke futboluna kazandıran başkan yardımcısı Mehmet Kızıl ve diğer yönetim üyeleri Gaziantep halkının futbol kaderini değiştirmekte kararlı ama gelişmekte olan Gençlik 27 grubunun kısıtlı katkısı dışında daha büyük bir taraftar katkısı başarılar için şart.


Sezona iki yenilgi ile başlayan Gaziantepspor yarın Kayserispor ile sahasında yeni bir start verecek lige. Ve bu maçın biletleri kale arkası tribünler için sadece 1.25 TL. Birçok maçı boş tribünlere oynayan Gaziantepspor’un 1.25 TL’ye maç izleme şansı sağladığı bu maç bence çok önemli. Süper Lig maçı izlemek bu kadar ucuzken bence Gaziantep halkı da önemli bir sınav verecek. Şimdiden merak ediyorum yarınki tribünlerin durumunu. Ve Gaziantep halkının bu fırsatı iyi değerlendirerek takımının yanında olmasını umuyorum.

18 Eylül 2011 Pazar

İlk Galibiyet: Galatasaray - Samsunspor



-Takımın oyununda geçtiğimiz haftaya göre gözle görülür bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. İBB maçında yerden yere vurduğumuz G.Zan yediğimiz goldeki hatasına kadar bence oldukça iyi oynuyordu ama bize bir kez daha gösterdi ki Gökhan Zan böyle. Ona ne performans ne de istikrar açısından güvenebiliriz. Ayran budur yarısı sudur.

-Yine İBB maçında takımda hiçleri oynayan Kazım, bu maçta da sahanın en kötüsüydü. Fatih Terim'in onu oyundan çıkarmasını beklemiyordum açıkçası. O da beni şaşırttı. Kazım'ın oyundan çıkması ve 4-4-2'ye dönüş takımı kendine getirdi. Umarım Terim bu tek forvet yanlışından döner, takım da rahat bir nefes alır.

-Elmander ve Sercan'ın oyuna girmesi ve sonunda özlediğimiz, Galatasaray'ımızın asıl karakteri olan 4-4-2 formasyonuna dönülmesiyle kapanan Samsun savunmasını açmaya başladık. Bu blogda yazı yazmaya başladığımız günden itibaren bahsettiğimiz şey Galatasaray'ın -özellikle içerdeki maçlarda- her zaman 4-4-2 oynaması gerektiğiydi. Bugün maça tek forvet başlıyorsanız, Samsun gibi kapanan takımlara karşı o tek forvetinizi kurban ediyorsunuz demektir. İlk yarıda orta sahada top yapabildik ama topu ileri taşıyamayınca Baros'un yaptığı çapraz koşulardan açılan boşluklara sızan kimse olmadığı için Baros resmen kendini heder etti. Oradan oraya koşan, sürekli markaj altında stoperlerle boğuşan bir Baros'tan verim elde edemezsiniz. Keza Elmander'in de tek forvet oynayamayacağını düşünüyorum. Yabancı sınırlamasına takılmamak adına sırf bu tarz kapanan takımlara karşı çapraz-boş koşu yapabilen Sercan'ı 2.forvet olarak Baros veya Elmander'in yanında başlatmak en mantıklısı olur. Bu sayede forvetteki Sercan'a göre son vuruş açısından daha yetenekli diğer oyuncunuza daha çok boş alan ve daha az markaj şansı yaratılır.

-Orta sahaya baktığımızda bugünkü maçta müthiş mücadele eden, akıllıca toplar atan Melo bence maçın adamıydı. Selçuk ise biraz daha hızlı hareket etmeli. Özellikle bugünkü gibi skor avantajı olması durumunda son 10-15 dakika Ceyhun Gülselam ve Engin Baytar'ın orta sahada denenmesinden yanayım.

-İlk yarı kanatları çok etkili kullanamadık. Riera kalitesini ortaya koydu. İlk yarı daha vasat olsa da ikinci yarı çok iyi toparladı ve ilk maçı olmasına rağmen 90 dakika sahada yorulmadan kalarak hazır olduğunu gösterdi. Takıma uyum sağladıkça, Fatih Terim'in ona daha fazla sorumluluk vermesi gerekiyor. Ayrıca Riera'nın performansının Hakan Balta'nın hücuma katılmasında ne kadar etkili olduğunu da gördük. İki yıldır neredeyse bindirme yapmayan Hakan Balta bugün hemen her atakta hücuma destek verdi. Sol kanatta özlediğimiz hareketlerdi bunlar açıkçası.

-Bir de Mustafa Sarp'a parantez açmak lazım. O kadar zaman başarısızlığında en büyük payı oynadığın ama yine de ekmeğini yediğin ve üstelik taraftarı olduğunu söylediğin bu takımın büyük taraftarına "sus" işareti yaparsan, sen o sahadan ıslıkla ayrıldığına dua etmelisin. Madem golünü attın, git takım arkadaşlarına sarıl, adam gibi abartmadan kutla. Kuyruk acın nerden geliyor? Bu takımda olmayı çok hak edip de gönderildin mi? Ama hepimizi biliyoruz ki sen adam değilsin, itsin it!

-Son olarak, galibiyetle sonuçlanması gereken bir maçı, skor 1-1 olmasına rağmen lehimize çevirmiş olmamız bizim için iyiye işaretti. Oyuncuların birbirleriyle olan uyumu ve maç eksikliğinden mütevellit yüksek tempoda bir maç izleyemedik ama özellikle Riera'nın uyumu, Melo ve Selçuk'un kondisyon ve form tutmalarıyla takımın daha tempolu maçlar izleteceğini düşünüyorum. Umarım çarşamba günü Karabük deplasmanında bugünkü oyunun daha da üstüne koymuş bir şekilde maçı kazanırız.

8 Eylül 2011 Perşembe

Aynaya Baktığında Ne Görüyorsun Arda?


Gittiği zaman Arda ile ilgili detaylı bir yazı yazmayı planlamıştık. Arda’nın yani kaptanın verdikleri, veremedikleri kim ne düşünürse düşünsün bizim için önemli ve değerliydi. Gidişinden sonra da bizlere artık çıktığı bu yeni yolda sonsuz başarılar kazanması ve tekrardan bir gün yuvasına dönmesi temennisi düşüyordu. Ama Arda hala kendi kendine zarar vermekte ve buradaki yanlışlarının üstüne yanlışlar katmakta.

Milli maç sonrası verdiği saçma sapan açıklama son derece gereksiz ve anlamsız iken bu da yetmezmiş gibi üstüne dediklerimin sonuna kadar arkasındayım dedi Arda. Ahmet Çakar ile olan saçma diyaloglarını da nedense devam ettirmekte. Yine milli maç sonrası, "bu takımda ben sorumluluk almazsam kimse almayacak" yaklaşımı, bana göre masumane olsa bile Türkiye’de iken gitmediği Metris’e yurtdışına çıkınca gitmesi Arda’nın akıl hocalarının onu olduğunca yanlış yönlendirdiğinin kanıtı. Profesyonellikten bahseden Arda dünyadaki yıldızlar gibi çok özel ve ayrı bir oyuncu. Ancak en önemli fark Arda’nın futbol dışı işlerlere olabildiğine gündeme gelmesi. Ve adeta bu türden olaylardan beslenmesi.


Arda yepyeni bir yolculuğa çıktı ve bu yolculuğu onu oldukça zorlayacak. Atletico Madrid’in Reyes odaklı futbolunun yanı sıra ofansif Diego ve Falcao katkısı, Madrid’deki babaların Arda’ya takınacağı tutum Arda’yı oldukça zorlayacak. Türk futbolcusunun Avrupa sahnesindeki genel başarısız performansı kadar Tugay ve Nihat’ın verdikleri de örnek olmalı Arda için. Tugay ve Nihat’ın üstün performanslarında kafalarında ülkelerini geride bırakmaları ne kadar çok etkili olmuştu. Emre, Hakan, Fatih gibi isimlerde bu ülkenin kısır döngüsünden kendilerini koparamadılar ve gerisin geriye döndüler. O yüzden Arda bu ülkenin gündeminden kendini koparmalı. Buradayken en büyük yanlışı bu iken neden hala bu yanlışla devam eder onu da anlamak mümkün değil aslında.


Türk pasaportu önümüzdeki en büyük engel diyen Arda için görülüyor ki yetenek olduktan sonra bu saptama çok da geçerli değil. Yetenekleri ile geldiğin bu noktada profesyonel olabilmek bundan sonraki futbol hayatının yol haritasını belirleyecek Arda. Profesyonel olmak da futbol dışı unsurları olabildiğine geri bırakabilmekten geçiyor. Her ne olursa olsun yeni yolunda sonsuz başarılar sana kaptan; ama artık sadece futbol oyna, diğer işler senin işin değil…