8 Kasım 2016 Salı

Riekerink Efendi Diyeceğiz



Uzun zamandır yazmıyorduk, günün bu saatleri işten yakaladığım ilk boşlukta hemen aklıma takımın hali geliyor. Bunca zaman sonra buraya bir şeyler yazmaya karar vermemin sebebi de Riekerink Efendi'dir. Lafı uzatmadan söyleyeceklerimi söyleyip bitireceğim.


- Riekerink bu takımı olabilecek en yanlış şekilde oynatıyor. Şu anlayışla savunulması en kolay takımlardan biri haline geliyoruz. Son 4-5 maçtır yakaladığımız pozisyon sayısı 2 veya 3. Riekerink Efendi'nin tek anlayışı topu Bruma'ya vermek ve şapkadan tavşan çıkarmasını beklemek. Rakiplerin buna önlem alması da gayet basit. Başakşehir maçında ve hatta gol atsa da Adana maçında Bruma'nın nasıl rahatça kilitlenebildiğini gördük. 


- Bu takımın şampiyonluk yıllarında her zaman göbekten gelen destekle rakiplerini ezdiğini izledik. Orta saha hep daha kuvvetliydi. Kimse kusura bakmasın ama ben bu takımın Sneijder olmadan ancak 3'lü orta sahayla daha verimli olacağına inanıyorum. Evet, hep dedik çare 4-4-2 diye ama mevcut kadroyla bu imkansız çünkü pivot forvetin yanına oyun içinde saklanarak oynayan Podolski gibi bi adamla çift forvet oynanmaz. Madem 4-3-3 oynayacağız. Sneijder'den vazgeçip orta sahayı 3lemek elzemdir. Sneijder'in solda oynamasından bıkmayan GS'li varsa kendisini tebrik ediyorum. 


- Bir çift lafım da Eren'e. Beşiktaş maçı da dahil olmak üzere o zamandan bu yana ben Eren'in vasat diyebileceğim bir maçını bile izlemedim. Başakşehir maçında Mehmet Batdal'ın Semih ve Hakan Balta'yı ezmesini izledikten sonra Eren'in hava toplarında Yalçın'a nasıl teslim olduğuna şahit olduk. Eren'in alternatifsizliği en büyük sıkıntımız. Gerekiyorsa Podolski'yle oynamak lazım ama öyle ya da böyle Eren'in bi dinlenmeye ihtiyacı olduğu kesin. 


- Başka bir mevzu da şu ki Riekerink oyuncularına eksikleri konusunda uyarı veya müdahale yapmıyor. Eren'e yapılan ortalardaki başarılar bu kadar açıkken Bruma'nın orta yap(a)maması ve hocanın da onu bu konuda uyarmamasını hayretler için de izliyorum. Kanatlara sık sık orta çalıştırmak veya kenara çekip "içerde uçana kaçana kafa vurabilen bi adam var, orta açsanıza aq" demesi gerek. Büyük hoca dediklerimiz oyuncuda istendik değişiklik sağlayan isimler değil midir zaten? 


- Hepimiz milli takım arasını gelince Sigthorsson için iyi oldu dedik de bu adam nasıl bi sakatlık geçirdi arkadaş, 4 gündür çalışmalara başlamış daha. Benim bir beklentim yok ama iyi bi Sigthorsson çok işimize yarardı. 

- Son olarak takımdaki tepkisiz oyuncu güruhuna bir lafım olacak. Başakşehir maçında mesela Mossoro oyundan çıkmıyor ısrarla, dakika 85 ve 2-1 geridesin. Bi tane oyuncu bile gidip itmiyor adamı. Sonradan Josue "rica" ediyor ama onu da Sneijder uzaklaştırıyor ortamdan. Hakemler TS maçı dahil Arena'da üstümüze oynuyor, kimse isyan etmiyor. Rakipler sert giriyor, kimse üzerine çullanmıyor. Kusura bakmayalım ama bunlar şampiyonluk tablosu değil. 




ÖZET geçecek olursak;

- Bu takım Sneijder olmadan 3lü orta sahayla oynamalı. 

- Hakan Balta dinlenmeli, Serdar Aziz artık takıma girmeli (hava topu, sertlik vs) 

- Kanat ve beklere orta çalıştırılmalı, kanat organizasyonları geliştirilmeli 

-Takıma sertlik kazandırılmalı, oyuncular maçın gidişatına isyan edecek seviyede motive edilmeli 

-Sigthorsson bi an önce dönmeli. 

-Bi numarası varsa Josue artık göstermeli. 

-Takımın düzelmesi için Riekerink'in emek harcaması lazım. Takım düzelene kadar Riekerink Bey değil emek vermesi için Riekerink Efendi denmeli.


NOT: Hoca yolundan dönmezse ki hali hazırda kendi evinde üst üste 2 maç yenilmişken fazla uzatmaya gerek yok. En kısa sürede, -her ne kadar kendisiyle hala içimde barışmamış olsam da- çare Fatih Terim'dir, sbt. :(

22 Mart 2015 Pazar

Yalancı Bahar ve Kral'ın Dönüşü (Kasımpaşa 2 - Galatasaray 3)




2-0'dan 3-2'ye dönüş şampiyonluk sezonlarının olmazsa olmazıdır, eyvallah. Şu maç bu aralar yaşadığımız havalar gibi yalancı bahar. Maçı izlemeyip "Son sözü biz söyleriz" veya "biz bitti demeden bitmez" triplerine girip de gaza gelmesin kimse. Dün Burak Yılmaz Hamza'yı ipten aldı. Ancak Hamza Hoca'nın rakibe göre hazırlanıp ona uygun kadro çıkarma ve akan oyun esnasında oyunu okumadaki yetersizliği konusunda artık hepimiz hemfikiriz sanırım. Bu maç bir mucize gerçekleşti ve baskı bile kurmadan 3 gol attık, saçma sapan bir maçtı, kimse aldanmasın. Rakip Bursa falan olsa skandal bir mağlubiyet gelebilirdi.

Karşındaki Kasımpaşa, geniş alan verirsen seni zorlar. Savunmalarını zaten biliyoruz, arkada her türlü açık veren bir takım. Önde alan daraltıp hızlı çıkacaksın. Peki Umut Bulut'la mı? Burak Yılmaz'ın sahada olması diğer oyunculara da güven veriyor. Ayağı kırılmadıkça oynaması lazım. Bunun dışında hala rakibe göre kadro planı ve gidişata göre değişiklik yapabilme gibi yetileri hala kazanamadı Hamza.



Peki Hamza neler yaptı?

1- Geniş alanda oynamaya çalıştı, bu yüzden hem pozisyon buldu hem pozisyonlar verdi. Sonuç biz atamadık onlar attı, daha da atabilirlerdi.

2- Geniş alan oynamak için kadro istikrarı, form tutmuş oyuncular lazım. Takımda çoğu oyuncu ya sakatlıktan çıkmış ya sürekli oynayamamış yani sezonluk maç kondisyonu ve formu yok. Mesela Sabri, 65'lerde 5 metre önünden yürüyerek giden adamı kovalayamıyordu.

3- Sezon başından beri Olcan'ı en kötü oynadığı yer olan sağ açıkta; Telles'i verim alamadığı sol bekte; ne olursa olsun sakatlıktan yeni çıkmış Balta'yı bir şekilde maç kondisyonu yakalamış Koray'a tercih ederek stoperde oynatması Hamza'nın hatalardan ders almadığını gösteriyor.

Şampiyonluğa gidiyorsan kimden nerede verim alıyorsan orada oynatacaksın, takımı deneme tahtasına çevirirsen bu galibiyetlerin tesadüften öteye geçemez.

NOT: Şampiyon olacaksak Hamza'yla olacağız elbet. Lakin şu gidişatta ve bu tercihleriyle Hamza Hoca'ya gönülden güveniyorum diyen bir Galatasaraylı varsa hayal dünyası gerçekten çok büyüktür. 

26 Ağustos 2014 Salı

Aslolan Galatasaray...



Bu satırları bilen bilir. Özellikle 2011-2012 sezonunda elimizden gelse günde iki yazı yazacak haldeydik. Çünkü özlediğimiz Galatasaray ruhu sahada idi. Masöründen tepedeki adamına kadar kim hakkında bi laf etsek gözlerimizin içi gülüyordu. Kaybederken bile bir diğer maç geldiğinde bambaşka bir savaşçılık ruhu ortaya çıkacak, rakipleri madara edecek bu takım diyorduk. Ardına 2012-2013 sezonu transfer dönemi geldi ve kendi ruhumuza hançeri yavaş yavaş saplamaya başladık. Ona rağmen 2012-2013 sezonu sarı kırmızı için zirve demekti; ama galiba bir şeyleri kaybetmeye başlıyorduk. Ve 2013-2014 sezonu öncesi yaşanan seçim atmosferi ardına yaşanan Terim'le yolların ayrılması haliyle de kan kaybının tüm vücuda yayılması falan filan.

Şimdi yeni yetme taraftar modeli diyecek ki 'iyi gün, kötü gün farkeder mi Galatasaraylılık için..?''

Sonuna kadar eder hem de. Bu takım 14 sene de şampiyon olmadı, varsın senelerce de olmasın. Ama Allah'ın tek bir kulu dahi Galatasaray ruhuna zarar vermesin. Kimse Galatasaray'ı basamak veya zenginliğine zenginlik katmak için araç olarak görmesin. Lafı uzatmadan söylüyorum. Galatasaray Kulübü 2011'e kadar kulüp üyeliği görmemiş Ünal Aysal'ın iş yeri değil. Galatasaray Kulübü egosuna yenik düşme uğruna, siyasi bağlantılarını kaybetme uğruna raconunu kaybetmeyi göze alamayan Fatih Terim'in de değil. Hele 3 sene önceye kadar görmedikleri paraları Galatasaray sayesinde kazanan, kaptanlık pazubandını taktığı formayı yere atan Selçuk gibilerin, Burakların, Emre Çolakların hiç değil.


Cidden merak ediyorum. Galatasaray formasını bu kadar hafifletecek çapınızın olduğunu mu düşünüyorsunuz? Üç sene önce geldiğiniz kulübe milyon dolarları kazandığınız ortamda ruhunuzu vermedikçe taraftar hep susacak mı sanıyorsunuz? Basit değil bu işler beyler cidden basit değil bu kadar.

Genel portreden dünkü maça gelelim. Hayatta en son yapacağım şey, şikeci başkanını, nasıl dünyaya geldiğini bilmediğim kalecisini, ana avrat düz gittiği takımına ortada kaldıktan sonra gelip en büyük Fenerli olan çubuklu tosunu savunan Fenerli'yi tebrik etmektir. Galatasaraylı olup da bu tip adamları destekleyenleri tebrik edeni de Galatasaraylı görmem. O yüzden dünkü maç için söyleyeceğim tek şey sonuna kadar helal olsun sana Muslera demek sadece.

Ama dünkü maç beğen beğenme, sattı gitti de kovuldu çaresizdi de Fatih Terim'in 3. dönüşünde bize kazandırmış olduğu psikolojik üstünlüğü kaybettirdi. Sahipsiz ve kimliksiz kalecileri penaltılar boyunca yapmadığını bırakmadı ama başta sözüm ona kaptan olmak üzere herkes bu düzene yenik düştü. Bu kadar mı basit oyuna gelmeniz, bu kadar mı kolay bu sahipsize yenik düşmeniz? Yazıklar olsun hepinize. Derbi rakibi bozma oyunudur, çıldırtma oyunudur. Bu kadar mı aptalsınız siz?

Velhasıl-ı kelam futbolcu, yönetici etten kemiktense taraftar da öyledir. Nasıl ki Burak kendine küfreden ile kavga edebilyorsa; Burak- Selçuk da adam gibi top oynamaz, Ünal Aysal kulübü dibe doğru sürüklemeye devam ederse, olabilecek her şey mübahtır. Aslolan Galatasaray, gerisi teferruattır. Bunu da kimse unutmasın...

5 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Parkı ve Yaşanan Sürecin Getirdikleri




Taksim Gezi Parkı’nda bir grup aktivist ve duyarlı çevre dostunun başlattığı, ülke tarihinin en önemli sivil itaatsizlik ve kitlesel eylemlerinin kaynağını oluşturduğu olaylar bir süredir ülke gündeminin en önemli meselesi olarak varlığını sürdürmekte. Elbette ki bu satırların genel içeriğinde, her zaman için hayatımızın anlamı saydığımız Galatasaray ve onun uzantısı analizler, takımımıza olan aşkı satırlara dökmek var ; ancak ülke tarihinde görülmemiş bu kitlesel eylem hakkında da bir şeyler söylemek gereği duyduğumuzdan düşüncelerimizi satırlara dökmek istedik.

Evet, Taksim Gezi Parkı, ülke çapında kitlesel duyarlılığı, demokrasi arayışını tekrardan kitlelerin aklına, vicdanına soktu; ama bu duyarlılık ne yazık ki ülkemizin aynası olan şiddet unsuru eylemlerin ardından akıl ve vicdanlara girdi. Gezi Parkı’nın doğasınca kalmasını isteyen aktivistler, ne yazık ki son dönemde birçok insanı vicdani olarak, fiziksel olarak yaralayan, isyan ettiren polis gazı ve orantısız güç kullanımına maruz kaldı. Bundan önce toplumsal olaylarda ve taraftarlar üzerinde sıkça karşı karşıya kalınan bu şiddetvari görüntü ve eylemler, insanların vicdan ve akıl eşiklerinin sınırlarını son olarak Taksim Gezi Parkı’nda zorladı ve kitlesel bir duruş hareketi de başlamış oldu.


Bilinmesi gerekir ki; demokratik ülkelerde eylem yapmak, sosyal olaylara karşı tepki vermek, huzur ve güven ortamını bozacak her türlü olaya karşı koymak vatandaşların en doğal hakkıdır. Bu hakta bizim gibi anayasal yönetimlerin olduğu ülkelerde sonuna kadar meşrudur. Hakkını anayasadan almış bireylerin bu eylem hakkını da kimsenin alması doğru değilken;  maalesef ki insanlar şiddet ile karşı karşıya kalmıştır.
Taksim Gezi Parkı eylemleri sonuna kadar doğrudur ve milyonların vicdanı ve özgür iradesi onlarladır; ancak…

Ancak ilk günden sonra yaşanan ve yaşatılmak istenenler noktasında ne yazık ki yanlışlıklar ve bilinçsiz eylemler söz konusudur. Olay meşru bir kitlesel eylem iken, ne yazık ki sokaklara taşınmış; sokaklar şiddetini arttıran polisler ve marjinal eylemlerinin içine halkı katmak isteyen grupların çarpışma alanına dönüşmüş ve amacı hak aramak olan kitleler de bu olaya dahil edilmiştir. Ve yine kitlesel hak arama mottolu bu eylemler iktidar cephesince de yeterince yorumlanamamış, amacı salt olarak hak arama olan insanların hassasiyetlerine sırt çevrilmiştir.

Olayı daha derinden ve tarafların yapabilecekleri açısından değerlendirmek gerekirse, iktidar ve başbakan olayı maalesef ki doğru yorumlayamadı. Taksim Gezi Parkı’nda Avm yapılması ve ağaçların tahribatı konusunda acil eylem planları halkın genel isteği tarafınca yorumlanamadı. Halbuki bugüne kadar yaşanmamış bu kitlesel eylem, anti-iktidar yanlılarının değil, genel kamuoyu ve iktidar sempatizanlarının da vicdanlarını yaralamıştı. Şiddetvari eylem ve orantısız güç kullanımı tüm kamuoyunun tepkisini toplamıştı; ancak hiçbir şekilde ‘ben yaptım, doğrudur’ algısından geri adım atılmadı ve sokaklardaki şiddet önlenemez bir hal aldı. Oy vermiş yüzde 50’nin sokakları çıkması tehditi ile aba altından sopa gösterildi. Orantısız güç kullanan polislere duyarsız kalındı.

İlk günden itibaren olaya hassas duyarlı insanlar, Gezi Parkı tekrardan açıldıktan sonra,  Bölge İdari Mahkemesi, Taksim Topçu Kışlası projesine karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verdikten sonra amacına şimdilik de olsa ulaşmış onlarca insan, bu haklı eylemi marjinal gruplardan ayrı bir çerçeve de tutamadı. ‘Occupygezi’ hashtagi ile sesler dünyaya kendi ülkesinde gezi işgali yapar gibi gösterildi. Halbuki hak arama mücadelesi vardı orada işgal yoktu. Yine sosyal medya üzerinden şiddete karşı çıkarken, şiddet dolu mesajlar atıldı. Marjinal gruplar sokakları savaş alanına çevirirken, olay tamamen bir iktidarla hesaplaşma mücadelesine döndü. Eylemlerin içine şiddet karışırken haklı olan gruplar ne yazık ki kendilerini haksız düşürecek durumlara düştüler.

Kitleler iktidardan memnun değilse bunu sokaklara çıkarak göstermesi  suç mudur sorusu bu noktada sorulabilir. Elbette ki sokakları doldurmak, Türk bayraklarını çıkartmak, kitlesel olarak eylemler yapmak haktır; ancak eğer içimizde birazcık da olsa demokrasi inancı varsa; demokrasilerin sınavları seçimlerle verilir. Eğer ki kitleler bugün doğa için değil de iktidar için sokaklardaysa; bu sokaklara çıkış da ‘sivil direniş’ ismi ile lanse ediliyorsa birkaç noktanın altını çizmek de fayda var diye düşünüyorum. Direnişlerin liderleri olmak zorunda değil midir?  Yine iktidar bugünkü oy potansiyeline ulaşırken, bu tarz sokaklara çıkış ve ‘Demokrasi Mitingleri’ iktidarın lehine mi aleyhine mi olmuştur? Mevcut durumdaki marjinal gruplar, hala sokaktayken ve sokaklardaki varlıkları hali hazırda devam ederken sokakları bugün onlarla paylaşmak, sosyal medyadan uzak Anadolu halkından ne kadar olumlu tepki görür? Seçimlere on ay kala merkez sağ ve sol oyları bu kitlesel harekete rağmen, acaba başka bir muhalefet partisinde toplanabilir mi, bunu toplayacak bir lider mevcut mudur? Yine seçimlere on ay kala bugün sokaklarda olan muhalefet iç dinamiklerinde seçmenini ve kendi dışındaki seçmeni kendi çatısı altında nasıl toplayabilecektir?

Bu soruları uzatmak mümkün ve anlamlandırmak da insanların aklında ve düşüncelerinde saklı elbette. O yüzden de olay eğer iktidar ile hesaplaşma ise artık sokaklardan çekilme ve marjinal grupların amaçlarına oyun olmama vaktidir. Demokrasi hak arama ile olur; yanlış bile yapsa polis ile çatışmak, şiddeti sokaklarda devam ettirmek yanlıştır ve hak arama amacı, amacından sapar. 

Karşılıklı olarak iktidarıyla, muhalefetiyle bugün yaşanan süreç aklı-selim bir şekilde çözülmelidir. Darbelerden çekmiş, sıkı yönetimler yaşamış, yanı başında Arap Baharı’nı yaşamış bu ülke insanı ve iktidarı, dersler çıkartmalı bir an evvel kendine çeki düzen vermelidir. Huzuru, barışı isteyen milyonlarca Türk vatandaşı, sadece ama sadece bunu istemektedir. Ve ne olursa olsun aklı-selim insanlar sonunda kazanacaktır. Her şeyin en güzel şekilde çözülmesi dileğiyle. Var olsun Taksim Gezi Parkı ve tüm doğa...

4 Nisan 2013 Perşembe

Barnebau’dan Çıkış Yok Bize





Olduğumuz yer Şampiyonlar Ligi çeyrek finali. Rakibimizin adı Real Madrid. Maç sonucu üzücü bir flashback yaşatır nitelikte…

Son cümleyi yazının başında söylemek lazım öncelikle.  Belki hakem skandalı yaşanmasaydı oyun başka yerlerde olabilirdi ; ama bu sene Avrupa Arenası'nda hangi hakem kararı canımızı yakmadı ki? O yüzden Başta Fatih Terim olmak üzere, her futbolcunun canı sağ olsun. Buralarda olmak çok önemli ve buraları sindirebilmek için bu türden yenilgiler de kaçınılmaz.  Ama…

Ama yine de yapılamayanları irdelemek lazım. Öncelikle Galatasaray henüz bir takım; ancak iyi seviyede bir takım değil maalesef. Elbette ki bu da zaman gerektiren bir durum; ancak ülke içinde bir şekilde idare edilen durum, Şampiyonlar Ligi seviyesinde belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Mağlubiyet sonrası ortaya çıkan resme baktığımızda dünkü maçta kazanmaya inanan futbolcu kim sorusuna cevap vermek oldukça güç. Karşınızdaki rakibe baktığınızda ise 11 tane kendinden emin futbolcu görüyorsunuz ki; bu bence taktik ve tekniğin çok ama çok üstünde bir gerçek. 

Maçın özelinde ise Mourinho, Kayseri izlenimleri ve izlediği maç kasetleri ile Galatasaray’ın eksi yanlarını çok iyi analiz ettiğini gösterdi bence. Pas oyunu ile hücuma kalkan Galatasaray takımını kalabalık orta sahası ve çabuk savunmacıları ile durduran Mourinho, hücumu bilinçli yapamayan rakibine karşu kendi hücum sistemini de çeşitli varyasyonlar ile şekillendirmekte zorlanmadı. Galatasaray’ın araya atılan toptan, yerleşik savunma konumunda iken ve duran toptan gol yemiş olması, bunun en net kanıtı zaten. İşin ilginç yanı ise hafızalar zorlandığında 2001 yılında da araya atılan bir topu Raul bitirmiş; duran toptan da Helguera kafa ile maçı 3-0 yapmıştı.

Sonuç olarak Galatasaray dün 12 sene sonra çeyrek finali görüp, Madrid’e rakip olmayı başarabilmiş bir takım olarak, kaybetmenin üzüntüsünden çok buralarda tekrardan olabilmenin gerektirdiği dersleri alarak yoluna devam etmeli. Galatasaray futbolcusu çıtasının devamlı buralarda olması gerektiğini düşünmeli. Bunun içinde buralarda oynamanın ligdeki başarı ve şampiyonluk olduğunu unutmamalı ve ligde kalan tüm maçları bu ciddiyetle oynamalı. Avrupa hikayesi de dolu bir Arena ortamında gelecek bir Real Madrid galibiyeti ile sonuçlanmalı. Yolumuz uzun yeter ki, istikrar ve özgüvenimiz hep bizimle olsun…

25 Şubat 2013 Pazartesi

Şota Çıkmazı


Dün yine Fenerbahçe'nin yarıştan kopmaması için gereken yapıldı. Rakiplerine ana bacı küfreden, hakeme de sürekli bela okuyan Emre ve Volkan tek sarı kartla maçı tamamladılar. Maçtan sonra Şota ısrarla buna değindi. Yayıncı kuruluş dahil, adı geçen takımın taraftarları da küfür edenlerin Emre, Volkan, Gökhan Gönül olduğunu adları gibi biliyor ama Şota'yı yalancılıkla itham ediyorlar. Şansal Efendi çıkmış "Şota isim versin" diyor. Fenerliler hakeme, rakibe ana avrat söver, suçlusu yine Şota olur. Peki biz buna şaşırdık mı? Elbette hayır. Malum geçen sene ırkçılık yapan Emre neredeyse mazlum ilan edilecekti bu memlekette. Şimdi Şota isim verse çubuklu tosunla ayıboğan Volkan çıkıp "bize iftira atıyorlar, biz yapmadık, etmedik" diye ahkam kesecek; yine suçlu, hedef gösteren, azmettirici Şota olacak.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Yeni Transferlerle Muhtemel Kadrolar



Malum Sneijder ve Drogba transferleri hakkında ne söylesek boş. Şimdi oturup Drogba, Sneijder kimdir diye tanıtmaya çalışmak bile bu adamların kariyerine hakaret olur. Bu transferlerle ikinci yarı takımın ilk 11'i nasıl şekillenecek diye hepimiz merak ediyoruz. Bu bağlamda biz de kafamızda belli başlı kadrolar oluşturduk. Süper Lig için 3 farklı kadro dizilimi oluşturduk. Normalde Riera'yı kesmezdim ama yapacak bir şey yok gibi. İlk kadroyu asimetrik 4-4-2 olarak bilinen dizilişe göre yaptık. Burada Sneijder sol kanatta gibi dursa da hücuma daha yakın ve serbest bir alanda oynar gibi düşünebiliriz. Ayrıca bu taktikle maç içerisinde Hamit'in ortaya geçmesiyle 4-3-1-2'ye de dönülebilir.




İkinci kadro da 4-1-2-1-2 şeklinde. Aslında Bir nevi 4-3-1-2 de diyebiliriz. Bu kadroda forvette Drogba yanında Elmander'i düşündüğümüz için Melo kesik yedi;




Üçüncü kadro 4-2-3-1 dizilişinde. Burada Burak Yılmaz sağ kanatta görülüyor ancak orta sahaya Yekta'yı koyup, Hamit'i kanada çekerek Burak Yılmaz'ı kulübeye göndermek de mümkün;




Ve son olarak Schalke maçı için kurduğumuz kadro var. Bu maç için kesinlikle ve kesinlikle ileri uçta Drogba'nın yanında Elmander'i düşünüyoruz.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails